Ciddi soruyorum, bu salgın konusunda gerçekten bilim insanlarına kulak veriliyor mu? Ya da o “Bilim Kurulu'nda” olanlar gerçekte kimler?

Sonunda İzmir de “kırmızı” oldu. Ne diyeyim, hayırlı uğurlu olsun kentimize.

Hayır, dalga geçmiyorum ama bazı resmi mesajlara da şaşırıyorum artık.

İzmir “kırmızı” olur olmaz Vali Bey mesajı patlattı Twitter üzerinden: “Kıymetli İzmirliler, alınan tedbirlere, yapılan tüm denetimlere ve kurallara uyan vatandaşlarımıza rağmen kritik eşiği aşmış bulunuyoruz. İşyerleri ve hemşerilerimiz kurallara uysun, daha kötüye gitmeyelim. En kısa sürede MAVİ bölgeye geçelim. HAYDİ İZMİR BİRLİKTE BAŞARALIM.”

Bu mudur şimdi tedbir? Elma gibi kızarmış koca kent, hâlâ “Denetim yapıyoruz ama siz de kurallara uyun.” denilerek virüs korkutulacak sanki. Vali Bey sonuçta “atamayla” gelmiş bir “memur.” Onun “asıl tedbirleri” alacak kudretinin olmadığını biliyoruz. Ancak durum iyice kötüye gitmeden “tam kapanmayı” Ankara’daki “gizli kapaklı iş yapan” sağlık yetkililerine de duyurmalı Vali Bey. Denetim falan hikâye çünkü… Siz sokak sokak bilmem kaç yüz adamı dolaştırsanız da tüm polis teşkilatını da sokağa salsanız da “tedbir” tedbir değil. Cumartesilerin serbest olduğu ilk gün İzmir’de iğne atsan yere düşmeyecekti ve tek denetim yapılmadı “olması gereken” yerlerde. Bile bile lades dendi, kapanan mekânların tepkisinden korkuldu ve virüse de kapı açıldı. Bir de üstüne “mutasyon” iddiaları, becerilemeyen “aşılama,” Milli Eğitim’in düşüncesizce aldığı “açma” kararı, öğretmenleri koruyamama, AVM’lere gösterilen anlamsız hoşgörü, yoğun saatlerde toplu taşımayla ilgili tedbirlerden vazgeçme, gereksiz kurum ve kuruluşların açılması derken, sonuç beklenilen gibi oldu: Kırmızı! Ama hâlâ “Tedbirlere uyalım, mavi olalım!”

Bu nedir Allah aşkına? Üstelik kentlerin valilerini, gerçeklerle karşı karşıya getirme riski.

Bilim insanı duruşunu sergileyenleri dinleme, kafana göre “kurul” oluştur, sonra da dön millete “Tedbirlere uyun.” de. Uydur o zaman! Gelinen noktada “tedbir” tektir: Tam kapanma! Süresini, şeklini bilim insanları belirlemeli, siyasiler değil! Ama burada karşımıza çıkacak “para sıkıntısı” için de önerim var ciddi olarak. 2002’den bu yan iktidarın nimetleriyle semirenler, “fetönün” mal mülklerine oturanlar şimdi “vatan görevine” çağrılmalı. Özellikle müteahhitler, bugüne kadar kazandıklarının yüzde onunu verseler esnaf da işçi de, memur da, işsiz de, emekli de abad olur. Salgın “olağanüstü” bir sorunsa, tedbirler de “olağanüstü” olmalı. Tabii burada bu sorun gerçekten çözülmek isteniyor mu diye de sorabiliriz. Satırlarımdan kimse rahatsız olmasın, her ne kadar “Ölüm geldi cihana, baş ağrısı bahane.” sözüne inanırım da “Ölüm geldi cihana, korona bahane.” lafına zerre inanmam. Zira Allah, yarattığı insana, üstün olsun diye, beyin vermiş! Bilmem anlatabildim mi?

***

Geçen haftanın güzel anları, ama?

Korona ile ilgili nazikçe eleştirdiğim Vali Yavuz Selim Köşger’i şimdi tebrik edeyim. Ama kutlamanın sonunda yine dikkatini çekmeyi umuyorum. Geçen hafta, TARKEM ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bir açılışına katıldım. UNESCO Evi açıldı geçen hafta Pazaryeri Mahallesi’nde. Belediyenin restore ettiği bir “İzmir Evi,” artık UNESCO yolunda üs olacak. O İzmir Evi ki, bakmaya doyamazsınız. Eski kadim İzmir’in tüm “kardeşlik” dokunuşları tek tek görülebiliyor. Türk, Rum, Musevi, Ermeni kültürlerinin karma bir sonucu sanki bu ev. “Türkler” yaşamış bu evde ama özellikleri İzmir kokuyor. Vali Köşger ile Başkan Tunç Soyer’in açılışı yapması da ayrı olarak tebriğe değer. TARKEM’in acil olarak İzmir’e bir “söylem değişikliği” ile kendini anlatması zorunlu. Çünkü UNESCO, verilecek mücadelede “halk katkısını” olmazsa olmaz kabul eder. Vali Bey'i beklerken, hemen arkadaki Pazaryeri Camisi’ne de bakmak istedim. Gittim, gördüm ve üzüldüm. Restore edilen ev “Siz çok yaşayın.” derken, cami “Hani bana?” der gibiydi çünkü.

Açılış sonrası Vali ve Başkan kol kola Hatuniye yürüyüşüne gittiler. Ben gitmedim. Vali Bey, daha sonra Hatuniye Camii restorasyonuna da bakmış. Dileğim odur ki, Vali Bey hassasiyetini kaybetmeden bir gün İkiçeşmelik ve Pazaryeri camilerine de baksın.

Ama ertesi gün de Valilik’ten bir haber düştü sosyal medyaya. Vali Köşger, “Emir Sultan’a da” gitmiş. Bu dergâhın öyküsünü daha önce yazmıştım. Ne yazık ki bir önceki iletişimsiz valinin tek yanlı kararıyla mahvedildi bu dergâh. Hemen yanında cami olmasına rağmen burayı da sıradan, önemsiz bir ibadet yerine çevirdiler. Sanmasınlar ki o kabirde yatan şu an çok mutlu! İzmir Büyükşehir Belediyesi orada, Konya Mevlâna Müzesi danışmanlığında öyle güzel bir müze yapmıştı ki… Yok ettiler o havayı. Oysa 1921 yılında o dergâh, halkın maneviyatını emperyalizme karşı diri tutuyordu. Şeyh Hüseyin Efendi ile Mevlevi Şeyhi Rakım Elkutlu’nun şimdi kemikleri sızlıyordur.

Ama Vali Bey nereden bilsin o bölgedeki sözde maneviyatçı hırgürü? Nereden bilsin o dergâhın tarihsel anlamını? O dergâhın hemen yakınında gencecik şehit Yıldırım Kemal’in ruhunun dolaştığını da bilmez ki Vali Bey!

Ve biliyorum ki, ben bunları yazdım diye yine “hedef” olacağım. Olsun varsın…

***

Çanakkale sadece 18 Mart değildir efendiler!

“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”

Mehmet Âkif’ten güzel kim anlatabilir ki tüm Çanakkale Destanı’nı? Kaybettiğimiz 250 bin aslanı? Ama biz hâlâ Çanakkale Destanı'nı da hem devlet hem millet olarak bir güne sıkıştırdık, bitti. Oysa 7-8 Mart 1915’te Nusrat’ın döşediği mayınlarla kazandık 18 Mart 1915’i. Sonrasında 22 Nisan 1915’teki çıkarmayla başlayan kara savaşları, 9 Ocak 1916’da emperyalistlerin tamamen çekilmesiyle bitti. O muhteşem kara zaferleri, Mustafa Kemal’in dehâsı bile 18 Mart deniz zaferiyle bitirildi sanki.

Sadece yazık!

***

İki notum var

* Geçen hafta AK Parti Büyükşehir Meclis üyesi Hakan Yıldız’ı dinledim “Turuncu TV’de.” İzmir’in imar çalışmalarında kendince olması gerekenleri anlattı. Etkileyiciydi. Özellikle de kent merkezinin ağırlığını hafifletmek için, çevrede oluşturulacak uydu kentlerden bahsetti. Daha sonra yeniden yazacağım bu konuyu. Sevgili Hakan Yıldız’ı yıllardır tanırım ve sohbetini de beğenirim. Karşılaşınca ona da soracağım. Düşündüklerine itirazım yok ama neden hükümet İzmir’de konut yapmayı, seçkin müteahhitlerine bıraktı? İzmir ve çevresinde yapılan konutları, orta halli yurttaşlar alabilir mi? Mümkün değil. Demek ki sorum çok… Kendisinden cevap geleceğine de inanıyorum ama şimdi değil.

* Yücel Özen’in “gidişinin” yıl dönümüydü. O sıcakkanlı, saygılı, bilgili, yardımsever, aslan gibi ağabeyimin “gidişini” anıyorum rahmetle ve saygıyla. Ne yazık ki “boşluklar” artıyor. Yücel Özen’in yerini de doldurabilecek bir siyasetçiyi henüz tanımadım, tanıyacağımı da sanmıyorum. Nur içinde uyusun.