Geçtiğimiz yüzyılın en büyük dâhisi, asrın en büyük devrimcisi, coğrafyamıza, Anadolu’muza keskin gün ışığı gibi vuran, hedefine tam on ikiden isabet eden bir kurşun, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile başlasın bu yazım ve selam olsun büyük devrimciye…

Türk ulusunun, yitmek üzere olan onurunu kurtaran ve ulus devleti olma yolundaki en büyük adımlardan biri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 101. yılını kutluyoruz. Ve büyük devrimci Mustafa Kemal’in, bu büyük kuruluş günü şerefine, geleceğin mimarları olacak çocuklara bir gün armağan etmesini…

Ne var ki, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını bu yıl, belki de biraz tutuk ve buruk kutladık; kortejler düzenleyemedik ve katılamadık. Çocuklarımız için türlü etkinlikler planlayamadık, içerisinde olmadık veya onlarla çocuk bayramına yaraşır vakit geçiremedik. İki yıl öncesine kadar yaptığımız onlarca etkinlik ve benzeri organizasyonların hiçbirini göremedik ve elbet ki dünyaya musallat olan salgın engel oldu tüm bunlara…

Türlü numaralarla, bu ve benzeri milli bayramlarda, devlet törenine katılmayıp veya düzenlenmesindeki unsurları engelleyenlerin, istedikleri oluyormuş gibi algılanmasın sakın! Milli bayramlarımız, büyük devrimcinin öngördüğü şekilde, bizler var oldukça, ilelebet yaşayacaklar ve yaşatılacaklar.

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, faşist yönetim anlayışı; bunun gibi milli birlik ve beraberliği sağlayan, bunun neticesinde de, faşist anlayış düzenine karşı birlik olabilecek yapıları istemezler. İstemezler, çünkü yönetim anlayışlarının çökmesi, bulundukları makam ve mevkileri terk etmeleri anlamına gelecektir. Bırakmamak için ellerinden geleni yaparlar. Ve hatta bunun için sporu bile malzemeye çevirirler.

Nazi Almanya’sının faşist diktatörü Hitler, İspanya’da uzun seneler dikta rejimini yöneten Franco ve Portekiz’de halkına kan kusturan Salazar, sporu ve hatta özellikle futbol oyununu kullanmaya çalışmışlar ve yer yer, hükümdarlıklarının sürmesine destek olacak kitlelerin oluşumunda başarılı da olmuşlardır.

Hitler, özellikle Yahudilerin kurduğu, desteklediği ya da içerisinde olduğu takımlara karşı diğer takımları desteklemiş, Yahudi takımlarının sempatizanlarını ve yandaşlarını tutuklatmış ya da o takımlara türlü zorluklar çıkarılmasını istemiştir.

Franco’nun desteği ile İspanya’da, yıllar sonra Real Madrid şampiyon olmuş, İspanyol taraftarların büyük çoğunluğunun sempatisini kazanmıştır.

Salazar ise dikta formülünü; usta gazeteci, şair, yazar Okan Yüksel’in “3F” adlı kitabında da betimlediği gibi Fadima, Fiesta ve Futbol olarak belirtmiştir. Kimi kaynaklar da Fiesta yerine Fado anlatılmış olsa da Futbol değişiklik göstermez. Fadima yani örgütlü din ile, Fiesta yani şölen, eğlence ile ve Futbol sporu ile kitlelerin uyuması hedeflenmiş ve Salazar, Portekiz’de, otuz yedi yıl gibi uzun süre bunu becermiştir. Fado ise kaderine inanmak ve razı gelmek gibi algılanmalıdır.

Ancak futbol oyununu, milletini uyutmak yerine, bir milletin aydınlık geleceğinin, tam bağımsız yaşamının bir anahtarı gibi kullanan liderler de yok değildir; Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, kurtuluş savaşında, büyük taarruz öncesinde, özellikle İngilizlerin ve Yunanların uyanmaması için, 28 Temmuz’da, Konya Akşehir’de subaylardan kurulu ve oldukça iddialı bir futbol maçı tertip ettirir. İç ve dış, tüm ajanslara bu haber dağıtılır. Gerçekten de, Yunan üst rütbelileri, Türklerin uzun bir süre taarruza kalkışmasının mümkün olmadığını düşünüyorlardı ki, bu futbol maçı, kendilerince, düşüncelerini doğruluyordu. Maç bahanesi ile bir araya gelen Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, taarruz planlarında son noktaları koyuyorlar ve kısa bir süre sonra da şanlı Türk ordusunu taarruza kaldırarak, İzmir’e giriyorlardı.

Futbol bu… Kiminin elinde parlar, kiminin elinde patlar! Bu yazımı, kahramanıyla parlayan ve geleceği değiştirdiğine inandığım başka bir anlatı ile, usta şair, yazar Sunay Akın’dan alıntılayıp, bitireyim;

“…Gezgin bir delikanlı bir arkadaşıyla dünyayı gezerken annesine bir kart atıyor. Annesini de çok seviyor. Nerede olduğunu yazdıktan sonra "Anneciğim" diyor kartta "Paramız bitiyor, önümüzde bir liman kenti var, bir hafta sonra o limandan kalkan bir gemiyle geri döneceğim". Annesi, oğlu gelecek diye çok mutlu oluyor. Bir hafta sonra, oğlu yerine gene postacı kart getiriyor. Annesinin açtığı kartta delikanlı neden geç kaldığını anlatıyor "Anne, o liman kentine geldim ama burada bir futbol turnuvası vardı. Arkadaşımla ben varoşlardaki çocuklarla beraber bir takım kurduk. Kazanana çok büyük bir para ödülü veriyorlardı. Finale çıktık, arkadaşım golü attı, 1–0 öne geçtik. Son dakikada hakem bizim aleyhimize penaltı verdi. Ben kaleciydim anne. Ve oğlun o penaltıyı kurtardı. Bizi bekleme, gelmiyoruz!" O penaltı gol olsaydı delikanlı geri dönecekti. Ama gelmeyerek dünyayı değiştirecek insanlarla tanıştı. O delikanlının adı Ernesto Che Guevara'ydı. Latin Amerika'nın direnişi bir penaltıyla başlar aslında...”

Dipnot; “Futbol asla sadece bir oyun değildir, futbol devrimin silahıdır.” Ernesto Che Guevara.