Tarih; 15 Mayıs 1919...

Yunan Ordusu İzmir'de. Emperyalist ülkelerin askerleri yurdun dört bir yanını işgal etmiş. Düşman zırhlıları İstanbul Boğazı'nda toplarını şehre çevirmiş kapkara hayaletler gibi demirlemişler.

Yer; Yıldız Sarayı. Boğaza bakan pencerenin önünde Padişah Vahdettin kamburunu gizlercesine arkasına yaslanmış ağır ağır konuşuyor; ''Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi tarihe geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden önemli olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin.''

Evet, padişahın karşısındaki kişi Mustafa Kemal Paşa'dır. Samsun'a hareket etmeden bir gün önce saraya davet edilmiştir.
Vahdettin'in, “Paşa devleti kurtarabilirsin” şeklindeki sözleri bazı zavallı Osmanlıcı tiplerce, Mustafa Kemal'in padişah tarafından özel görevle Anadolu'ya gönderildiği şeklinde yorumlanmakta. Peki ya gerçek? Onu da Ata'nın ağzından dinleyelim;
"Veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, eğilimlerini, sahtekarlıklarını tanıdığım bu adamdan nasıl yüksek ve asil bir fikir bekleyebilirdim ki? Vahdettin  demek istiyordu ki, hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul'a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri sorunları çözmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, bu siyasete karşı gelen Türkleri tepelersem Vahdettin'in arzularını yerine getirmiş olacağım.''
İşte buydu Padişahın “devleti kurtarmak”tan muradı. Emperyalizme boyun eğilecek. Böylece saray saltanatı devam edecekti.

Nitekim Mustafa Kemal'in Harbiye Nazırı Şakir Paşa ile birkaç gün önce yaptığı görüşmede görevlendirme konusu şöyle geçmişti;
''Samsun ve havalisindeki birçok Rum köyleri Türkler tarafından her gün tecavüze uğramaktadır. Osmanlı hükümeti bu vahşi tecavüzlerin önüne geçememektedir. Bu havalinin emniyet ve huzurunu temin etmek borcumuzdur. Ben, Sadrazam Ferit Paşa ile görüştüm. Sizi münasip gördük.''
''Memnuniyetle giderim. Ancak ben oraya Türkler Rumlara zulmediyor mu? Etmiyor mu? Yalnız bunu anlamak için mi gideceğim?''
''Evet, konuştuğumuz budur.''
İşte sarayın ve Osmanlı Hükümeti'nin  ''devleti kurtarmak”tan anladığı buydu.

Ata, sarayı değil ama ülkeyi, ulusu kurtarmakta kararlıdır. Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım Paşa'ya açılır; ''Her ne sebep ve maksatla, beni İstanbul'dan uzaklaştırmak için bir vesile aramışlar ve bu memuriyeti bulmuşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu suretle Anadolu'ya geçmek fırsatı arıyordum.

Ve 16 Mayıs 1919'da Bandırma Vapuru ile  tarihi yolculuk başlar. Üç gün sonra Ata Anadolu topraklarındadır. Çok değil, birkaç gün sonra Batı durumu kavramıştır. Gazetelerinin manşeti şöyledir; ''Bir Türk generali İtilaf kuvvetlerine karşı yeniden harbe hazırlanıyor.''

İngilizlerin İstanbul'daki Yüksek komiseri Arthur Calthorpe Osmanlı Hariciye Vekaletine yazdığı ültimatomda Mustafa Kemal'in acilen görevden alınmasını istemektedir. Ancak artık ok yaydan çıkmış, Mustafa Kemal'in yaktığı kurtuluş ve bağımsızlık  meşalesi tüm Anadolu'yu adım adım aydınlatmaktadır. Büyük Önder ''devleti kurtarma”nın ulusu kurtarmak olduğunu bunun da ancak  tam bağımsızlıkla gerçekleşebileceğini tüm dünyaya göstermiştir...