Geçen hafta sanatsal üretim-tüketim ilişkilerindeki demokratik öze ve taraflar açısından durumuna bir giriş yapmıştık. Kitabın ortasından sorularla sürdürelim, biz böylesi bir ilişkiyi hayattan ve sanattan talep ediyor muyuz, bekliyor muyuz, bireysel ve toplumsal ilişkilerde gözetiyor muyuz, uyguluyor muyuz? Demokrasinin, ırk-cins-kan-din-biat-icazet vb. gibi sınırlayan, güdümleyen, “ama ve fakat” kaş çatmalarıyla çerçevesini çizen dayatmalarla ilgisi olmadığını, örneğin laiklik olmazsa, bindiğimiz teknenin su alıp nihayet batacağını içselleştirmeden, bu sorulara doğru yanıtlar verip, duruşlar gösterebilir miyiz? 

“Etek öpmekle dudak aşınmaz” meselinin sokaklarında yankılandığı, alttakine tiran üsttekine kul-köle olmanın gayet makul görüldüğü, otoriteye koşulsuz itaatin doğallaştırıldığı, yurttaş olma hak-yetki-sorumluluğunun unutulduğu-unutturulduğu iklimlerde, bu sorular sorulabilir mi? 

“Ağrısız başım, kaygısız aşım” ile “gemisini kurtaran kaptan” kardeşliği içinde, “düşünen kafaya sinekler üşüşür, büyüklerimiz elbet bizden daha iyi düşünür” diyerek, akıldan çok kurnazlığın alkışlandığı ve medet umulduğu coğrafyalarda, demokrasi çözülmesi gereken bir “sorun”, peşine düşülmüş bir “nitelik”  olarak görülebilir mi? Bu soruların tek muhatabı, gücün-yetkinin-makamın önünde eğilmekten beli, düğme iliklemekten parmakları, kişiliksizlikten beyni kireçlenmiş zavallılar olabilir mi?

Bu kadar soru yeter. Özünden, amacından, var oluşundan yola çıkarak, sanatı demokrasiyle ya da demokrasinin sanatla ilişkisi bağlamında ekleyeceklerimiz var.

Demokrasinin bir kuralsızlıklar, sorumsuzluklar, saldım çayıra Mevlam kayıra sistemi olmadığı gerçeği, sanat için de aynen –belki de daha yoğun biçimde- geçerlidir. Sanatın, düşünce ve ifade özgürlüğü, özerkliği, bağımsızlığı ile bunlara dair hak, yetki ve sorumluluklarla var olacağı tartışılamaz bir gerçekliktir. Bu nedenlerle insan hakları ihlalleri kadar, bu hak-yetki-sorumluluk diyalektiğinin nasıl çarçur edildiği, en bariz biçimde o ülkenin sanat algısına ve sanat cenahına bakılarak görülebilir.“İğne-çuvaldız” meselini unutamayız.

Tıpkı “gerçek” demokrasilerde olduğu gibi, sanatta da baskıya, tahakküme, “ben yaptım öyle oldu, ben buyurdum öyle olacak” saçmalıklarına yer yoktur. Yine bilmeye çalıştığımız yerden örnek verelim. Tiyatroda yazarın, oyununu kaleme alırken nasıl ki kendini estetik-düşünsel açıdan tanımlama hakkı varsa, yönetmenin, oyuncunun, tasarımcının, bestecinin de kendini tanımlama hakkı ve özgürlüğü vardır. Yeter ki, birbirlerini tamamlayacak, kendi alanlarından katkılarla oyunu cana kana ulaştıracak, birlikte oluşturmanın bilincini ve iş birliğini sahneye taşıyacak algıya, zekâya, yaratıcılığa sahip olsunlar. Yetmez, seyircinin de izlediği oyun karşısında kendini tanımlama, yorumlama, algılama ve nihayet çıkarımlarda bulunma hakkı vardır ki, bu da bir başka yaratıcılıktır. Tiyatro “kolektif” olma halinin, sanatta gözlenebileceği bir alandır. İhlali, güzelim sanatı imha etmektir. Gelelim işin başka bir boyutuna.

Sonuç olarak yapıtta gözlemlenen bu kolektif, bir deyişle demokrat olma hali, bir iş için bir araya gelenler arasında, yani kurumsallaşmada nasıl gözlemlenir, ölçütler nelerdir? Kısaca yanıtlayalım: söyleyip savunduklarınla yaptıkların birbirine denk düşsün, o yeter.  Sunduğun yapıttahayata, dünyaya, topluma dair savunduğun mesajlarda, öngörülerde, teklif ve temennilerde ahaliye ne söylüyorsan, önce kendinde ve içinde bulunduğun-yönettiğin kurumsal yapıda karşılık aramak… Bu kadar basit, kolay ve ölçülebilir bir tavırdan söz ediyoruz. Sanat için istediklerin ve sanatın sayesinde söylediklerin ile hayatın içinde yaptıkların çelişiyorsa, demokrasiyi kendine benzetenlerin eylediklerine rahmet okutuyorsa, hangi sanat, hangi demokrasi, hangi “sanatın demokratikleşmesi”? Hayatta da, sanatta da görevler, roller, yükümlükler, yetkiler ve birbirinden farklı alanlarda sorumluluklar vardır elbet. Ama aslolan, hayatta da sanatta da demokratik davranabilmeyi başarmaktır. Gerisi yalan olur. Hayatta da, sanatta da yalan söylemek, suçtur. Hepimiz bir tarihi birlikte yazıyor, kayda geçiyoruz.

Umarım sözü fazla dolaştırmadım. Bugünlerde doğruyu anlatabilmek, o kadar kolay olmuyor.Yeri geldikçe konuya döneriz.