Romalı ozan Martialis, yaklaşık M.S. 2. yüzyılda Agora'daki adli davaların çokluğu nedeniyle avukatların seslerinin kısıldığını yazar.

Ve ekler, "O kadar çok avukata ihtiyaç var ki, Agora'daki heykeller bile neredeyse avukatlığa soyunacaklar."

İnsanlık var olduğundan beri dünya; açgözlülükten, bencillikten, kıskançlıktan doğan çıkar çatışmalarına sahne oluyor. Devletler halka adaleti, hazırladıkları kanunlarla dağıtmaya çalışıyor.

Bugün dolup taşan adliyelere baktığınız zaman, müjde diye önümüze sunulan yeni hapishanelerden bahsedildiğinde anlıyorsunuz ki çok fazla değişen bir şey yok.

Değişen şeylerden biri, gelişeceğimize geriye doğru gitmemiz. Bunun göstergelerinden biri halkın hukuka olan güvensizliği.

Geçtiğimiz günlerde artık hukuk fakültelerinde Roma hukukunun da okutulmayacağını duyduğumda bendeki güvensizlik nedense daha da arttı.

Çünkü Roma hukukunun modern hukukun gelişmesindeki rolü çok büyüktür. Bugün dünyada yürürlükte bulunan hukuk sistemlerinin çoğunun kaynakları arasında Roma hukuku bulunur.

Temeli olmayan bina ne kadar sağlamsa bu bilgiden yoksun yeni nesil yargı mensupları da o kadar sağlam olacaklar.

***

Tarih kimi zaman gerçeklerden koparılmak istenir. Bunu da insanlar ve devletler yine çıkarları doğrultusunda yapmaya çabalarlar. Fakat doğru olandan kaçınılamaz.

Çocukken okuduğum “Thomas Edison, 1879 yılında elektrik ampulünü icat etti” bilgisi bana samimi gelmiş ve heyecan vermişti. Yıllar sonra bu bilginin de, pek çok şey gibi yanlış olduğunu öğrenecektim. Üniversitede elektrik okumuş biri olarak geçtiğimiz günlerde vizyona giren “Elektrik Savaşları” filmini izlediğimde adaletle olan gerilimim yine arttı.
“Gökyüzünde parlayan şeyleri kavanoza hapsettik” cümlesiyle ampülü tarif eden Edison, daha sonra “Birini öldüren bir cihaz asla yapmam” sözlerini, çıkarları mevzu bahis olunca pek çokları gibi nasıl da güzel yuttuğunu bize gösterdi.

Ve rakip şirketi karalamak, başarısızlığa mahkum etmek için nasıl “İdam koltuğu”nun fikir danışmanı oluverdiğini de ortaya koydu.
Sonrasında da yatırımcıya, “Ben mucizeleri gerçekleştirim, sen de parayı verirsin” sözleriyle daha fazla para kazanmanın peşinde olan ahlaksız bir tüccara dönüştü.
Edison ve şirketi, Nicola Tesla'yı “basit bir göçmen” olarak gördü ve elektrik akımının mucidinin düşüncelerini ve patentlerini çaldı. Kazançlarına kazanç kattı. Artık çok bilinen bir hikaye olduğu için sonunu yazmaktan çekinmiyorum, Tesla’yı dışlayarak otel odasında borç içinde ölmeye ittiler. Tesla, bugün kullandığımız uzaktan kumandaların da kablosuz WiFi hatlarının fikir babası...
***

Dünyaya baktığımız zaman Rusya, New York’taki Birleşmiş Milletler İklim Eylem Zirvesi’nde Paris Anlaşması’nı onayladığını açıkladı. Böylece G-20 üye ülkeleri arasında Paris Anlaşması’na taraf olmayan tek ülke Türkiye kaldı. Zirvede küresel emisyonların yüzde 26’sından sorumlu 14 ülkenden ise 2020 iklim planına dair somut adım gelmedi.

Bu ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor.

Yani, Türkiye fosil yakıt tüketimiyle ilgili hiç bir ciddi adım atmayacak. Ve bunun sonuçlarına yine insanlarımız katlanacak.

Neyse ki hayat kara bir tablodan ibaret değil... İçinde umut veren hikayeler de barındırıyor. Onlardan biri Mardin’in Midyat İlçesi’nde doğup büyüyen Süryani asıllı İbrahim Baylan'a ait. Çocukluğu Midyat’ta elektriği olmayan bir köyde geçen Baylan, bugün İsveç’in Enerji Bakanı. Geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye gelen Baylan, “Birisi çıkıp da ‘30 yıl sonra bu ülkeden enerji bakanı olarak Türkiye’ye gelip, akıllı şebekeler hakkında konuşacaksın’ deseydi, gülerdim” diyor. Baylan, Mardin’den İsveç’e uzanan hayat hikâyesini “Harikulade bir yolculuk” olarak özetliyor. Dünyanın en kalkınmış ülkelerinden İsveç’in enerjideki hedefleri de oldukça iddialı. Başarmak istedikleri en önemli konu, ekonomiyi fosil yakıtlardan arındırmak ve temiz çevre konusunda üzerlerine düşen görevi tamamlamak. Bunun içinde özet olarak, sanayide bunu yaptıklarını, ulaşımda da çevreci araç kullananları destekleyerek bu sorunu çözeceklerini söylüyor.

Ne diyelim, darısı Türkiye'nin başına...