Bu yazımda metruk halde duran Alsancak'taki Tekel Fabrikası binasından yola çıkarak Cumhuriyet farkının önemine dikkat çekeceğim. Bu ay ne yazarsam yazayım çıkacağımız nokta Cumhuriyet!

Bu ay hep “Cumhuriyet” vurgusu yapacağım yazılarımda. Çünkü görüyorum ve hissediyorum ki, hassasiyet oldukça azaldı. Her tarafımızda çok ciddi sorunlarla birlikte ne yazık ki “dahili ve harici bedhahların” düzeniyle “cambaza bak” oyunu başarıyla tekrarlanıyor. Bu yazımda bir binadan yola çıkarak Cumhuriyet farkının önemine dikkat çekeceğim.

9 Mayıs 1935’te değişmez önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, katıldığı son CHP kurultayının (4. Kurultay) açılış konuşmasında: “Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız devrimler… İşte Türk genel devriminin bir kısa deyimi” demişti.

Bu kadar öz kim anlatabilirdi ki Cumhuriyet’i “kurucusundan” başka.

Her kelimesinde bir kitap yazabilecek kadar önemli içerikler barındırıyor bu konuşma.

Aslında Cumhuriyet’in “yol haritası” İzmir’de çizilmişti. Daha Lozan imzalanmadan İktisat Kongresi toplanmış ve yine Mustafa Kemal Atatürk’ün ağzından “askeri zaferler ekonomik zaferlerle taçlanmalıdır” ilkesi geçmişti yıkık Anadolu’nun bahtına.

O kadar önemliydi ki ekonomi…

Osmanlı’yı tarihten silen tek gerçekti ekonomik mağlubiyet, iflas…

Her türlü emperyalist vurgunun arenası olmuştu Osmanlı mülkü. Son 200 yılda gelen vurmuştu, geçen vurmuştu. Rüşvetçi sözde bazı paşaların emperyalizme biat etmesi de “dahili hainlerin” abad oluşuna yol açmıştı. Asırlarca bir ve birlikte kader kardeşliği yapmış insanlar, emperyalist efendiler daha çok kazansın diye düşman edilmişti birbirlerine.

Kan emici teşkilat

O kadar “batmıştı ki” koca dev, 20 Aralık 1881’de alıp da ödeyemediği borçlar için, tüm milli kaynaklarını emperyalistlere Düyun-u Umumiye adıyla devretmişti. Bu kan emici teşkilat da içte ve dışta ne kadar “emperyalist dostu” varsa zengin etmiş ama Osmanlı Devleti’ni de türlü entrikalarla hep kazıklamıştı. İşte 1881 kuruluşundan 3 yıl sonra da İzmir’de bir bina kurulmuştu. Bugünkü Alsancak’ta bizlerin “Tekel” diye bildiği binalar serisi. “Reji Şirketi, Osmanlı İmparatorluğu ile Düyûn-u Umumiye İdaresi arasında yapılan 27 Mayıs 1883 tarihli bir sözleşme ile kurulmuştur. Gazeteci yazar Nedim Atilla’nın satırlarından da yansıtalım: “Bugün Alsancak Garı merkez olmak üzere, İzmir’in ilk saat kulesini de içinde barındıran, Punta-Buca İstasyonu ve karşısındaki kilise, İngiliz Postanesi binaları, Demiryolları Müzesi ile birlikte 19. yüzyıl sonundan kalan binalar zincirinin en büyük halkası, o zamanki adıyla ‘Reji-Tabak’ binasıdır… Fransız Rejisi’ne yani Fransız Tütün İşletmesi Şirketi’ne ait olan bina, kapitülasyonların kaldırılması ile birlikte TEKEL’e devredilmiştir. Fransızlar gerçekleştirmiş ve 1884’te Fransız sermayesi ile bir Reji İdaresi (Memalik-i Mahruse-i Şahane Duhanları Müşterek’ül-Menfaa [kâr ortaklığı] Reji Şirketi) kurulmuştur. Tütün üreticisinin, yani çiftçinin Reji İdaresi’nden ruhsat alması ve ürününü yalnızca bu şirkete satması şart koşulur.”

Bugün “metruk” halde hala duran bu binaların akıbeti, son yıllarda iyice gizem kazanmıştı. En son ne alakaysa, son yerel seçimlerde AKP adayı eski bakan Nihat Zeybekci, bu binaların “ayağa kaldırılacağını” söylemişti. Başkan olamayınca “kalkamadı” tabi. Ancak Zeybekci’nin sözlerinde “düyunu umumiye ve ibret alınması vurgusu var ki, unutuldu gitti tabii.

Aslında İzmir’in merkezinde olan bu tarihsel yapılar en gerçekçi şekliyle 2008’de gündeme geldi. Kapanan Tekel İzmir Sigara Fabrikası’nın Alsancak’ta binaları, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İzmir Ticaret Odası, Arkas firması ve Ekonomi Üniversitesi tarafından kurulan şirkete; sanat, kültür, turizm ve sosyal yaşam alanı olarak kullanılmak üzere 7 Şubat 2008 tarihinde devredildi. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’dı, İzmir Ticaret Odası Başkanı da Ekrem Demirtaş. İzmir’in ünlü ve levanten iş adamı Lucien Arkas’ın da dahliyle bu binaların “Reji Kültür Merkezi” olacağı duyuruldu kamuoyuna. Sonrasında ben dahil pek çok duyarlı İzmirli “hoop ne iş” diye sormuştuk. Hem Bakana hem Demirtaş’a hem de Arkas’a “siz Reji ne demek biliyor musunuz” diye sadece ben üç yazı yazmıştım. 2010 ya da 2011’de ise çok garip bir bahaneyle Arkas projeden çekilmişti.

Enteresan sebep

Bahane inanılması zor ve ayrıca da oldukça esrarengizdi doğrusu. Projeye “otopark” eklenememesi yüzünden çekilmişti Arkas. Sonrası zaten gündemden düştü. En son da Nihat Zeybekçi “başkan olursam yaparım” edasıyla çıktı ortaya, olamadığı için de binalar makus ve metruk kaderlerinden kurtulamadı. Elektrik Fabrikası’nı Büyükşehir Belediyesi’ne vermeyenler, Havagazı Fabrikası'nın belediye tarafından restore ve halkın hizmetine sunulmasına karşı çıkanlar tabii ki Tekel ve Sümerbank arazilerinin de metruk kalmasını işlerine getirenlerdir. REJİ, tütün eken yoksul köylünün tütününü istediği fiyattan alıp, dünyaya satarmış. Öyle bir terör yaratmış ki, oluşturduğu silahlı Kolcular marifetiyle kaçak tütün ekenleri bulup öldürtmüş. Öldürülen köylü sayısının 20 binin üzerinde olduğu sanılıyor ve pek çok köyde hüzünlü öyküler anlatılıyor hala daha… Bu konuda en derin bilgilere sahip akademisyenimiz Oktay Gökdemir hocamız. Umarım günün birinde “19. YY. sonunda Ege’de Tütün Kaçakçılığı” çalışmasını kitaplaştırır.

Tarihteki boşluklar doğru doldurulmalı

Yazıp duruyorum yine. Tarihimizdeki boşlukları doğru bilgiyle doldurmamız gerekiyor. Boşluklar çok fazla. Biz sanıyoruz ki, “unuttuklarımızı” dünya da unutur. Oysa öyle değil. 1838 ile 1960 arası, 1960 ile 2000 arası bir gün mutlaka aydınlanacak tam olarak. Görürüz göremeyiz bilemem. Bizi üzse de tarih apaçık serilecek bir gün önümüze. İşte ne kadar kaldı 100. yıla? Ya İzmir’in kurtuluşunun 100. yılı? Kulağıma gelenler ne yazık ki “tekrardan” ibaret. Cumhuriyet farkındalığı bile artık yapılamıyor. Garip ama gerçek bu. Yazacak konu çok. Ama

Teşekkürlerim bitmeyecek

Çağrıma verdiğiniz yanıtlara minnettarım. Aradan geçen bunca yıla karşı, yine telefonlar, e-postalar, mesajlar üst üste. Yaşam kaynağım sizin satırlarınız. Eleştirseniz de seviyorum sizleri. Ama davetler de başladı. Özür dileyerek icabet etmemin zor olduğunu söylemem gerek. Maske, mesafe ve hijyene inatla uymaya çalışıyorum. Arabam olmadığı için de imkanlarım çerçevesinde dolaşabiliyorum. Bana gerek belediye ve belediyeler gerekse devlet kurumlarıyla ilgili yazdığınızda “inanmazsan gel bak, eskiden geliyordun” demeyin, üzülüyorum. Bu salgın belası yok olduğunda beni sokaklardan içeri kimse sokamayacak. Bir bilseniz nasıl burnumda tütüyor davet ettiğiniz yerler. TV konusunda ise ancak, pandemide olduğu gibi arada sırada sosyal medyadan buluşabiliriz. 29 Ekim haftası düşünüyorum tabii. Tekrar ediyorum, bunca yıl sonra yazılarıma gösterdiğiniz olağan üstü ilgiye minnettarım.