Rönesans Avrupası sonrası ortaya çıkan siyasi ve ekonomik dönüşüm,toplumu yeniden yapılandırarak tıpda da sosyal tıp anlamında kavramları gündeme getirdi. Modernleşme ile sağlıklı bireylerden kamu sağlığına uzanan bir düşünsel süreç yaşandı. Bu bağlamda, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan toplum sağlığı çalışmaları, tüm dünya için ilham alınacak düzeydedir.
Genel olarak, Osmanlı dönemi için sağlık hizmetlerinde genel bir organizasyondan bahsetmek mümkün değildir. Hizmetler, saray ve asker orijinli olmuş, 14 Mart 1827’de ‘Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’ ismi ile ilk tıp okulları İstanbul’da öğrenime başlamıştır.

Cumhuriyetin ilanında, bu kurumdan ve yurtdışından diploma alan doktor sayısı 300, sağlık memuru ve ebe sayısı da 600 civarındadır. Eczane gibi bazı sağlık kurumlarının varlığı sözkonusu değildir. Çoğu insanımızın başta verem ve sıtma olmak üzere trahom, tifo, frengi gibi hastalıklardan ölmesinin yanında, her iki yeni doğan bebekten birini kaybetmekte olduğumuz trajik bir tablo karşımızdadır. Üstelik bu hastalıklar, sadece sıradan halkın da sorunu değildir, Abdülmecit ve hareminin yarısında verem tanısı mevcut olup, son padişah Vahdettin’i takip eden İtalyan doktorun beyanına göre de sağ akciğerinin tüberküloz nedenli tahrip içinde olduğunu bilinmektedir. Cumhuriyet öncesinde, ortalama yaşam süresi 40 yaşın altındadır.Ayrıca sığır vebası gibi bir takım salgınlar, hayvancılığımızı yok etme noktasına getirmiştir. Tabloyu daha iyi anlamak için şu bilgi bile yeterlidir: 1897 yılındaki Yunan savaşında, şehit sayımız bin 140 iken, tifüs, sıtma, kolera ve dizanteri nedeni ile kaybettiğimiz asker sayımız 38 bindir.

Başta Atatürk olmak üzere Cumhuyetimizin kurucuları, bu hazin tabloyu, Balkan savaşlarından Çanakkale’ye ve nihayetinde de Kurtuluş Savaşı'na giden zaman diliminde bizzat şahit olmuşlar, 23 Nisan 1920’de TBMM açılmasının hemen ardından 3 Mayıs 1920’de 3 no’lu yasa ile Sağlık Bakanlığı'nın kurulmasını sağlamışlardır. İlk sağlık bakanı olarak Dr. Adnan Adıvar uygun görülmüş, merkez ve taşra teşkilatları kapsamında sağlık müdürlükleri ve hükümet tabiplikleri ihdas edilmiş, ana hedef olarak da salgın hastalıklar ile mücadele ve koruyucu sağlık hizmetleri belirlenmiştir. Tedavi ve yataklı kurumlar için belediyeler ve özel idareler görevlendirilmiştir.

Cumhuriyetin ilanı ile Dr. Refik Saydam’ı Sağlık Bakanı olarak görürüz. 14.4.1928 sayılı 1219 sayılı “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun” ile 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu gibi halen yürürlükte olan kanunlar O’nun döneminde hayata geçmiş,Numune hastaneleri kurulmuştur.
Refik Saydam, 1923 tarihinde İzmir’de Verem Savaş Derneği kurulmasına öncelik ederek, 1925 yılında organize ettiği Milli Türk Tıp Kongresi'nde, ana konu olarak veremle savaşı gündeme getirmiş ve verem savaş dispanserlerinin sayısını hızla arttırmıştır.

Sıtma da Cumhuriyetin ilk yıllarında salgın halindedir: Bazı illerde nüfusun üçte ikisi sıtma hastalığına maruzdur. Ankara nüfusun yüzde 50’si, İzmir’de de yüzde 40 sıtmalı iken bu oranlar Konya, Mardin ve Adana’da yüzde 80’lere çıkmaktadır. Bu kapsamda, sıtma ile savaşın planları 13 Mayıs 1926’da kabul edilen 839 sayılı kanunla ortaya konmuş, üç temel alan olarak hastaları tedavisi, sıtma mikrobu (bir parazit olan plazmodium) taşıyan anofellerden (sivrisinek) uzak tutunulması ve anofellerin üremelerine engel olmanın yanında bataklıkları kurutulması hedeflenmiştir.

Daha ileri yıllardaki, örneğin 1960’lardaki sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi, 80’lerdeki dünyayı dönüştüren liberal akım etkileri ve 2002’lerde gündeme gelen Sağlıkta Dönüşüm Programları başka bir yazıda değinilmesi mümkünse de günümüzde bin canlı doğumda ölüm oranları 30’lu rakamlara indirilebilmiş ve halen vatandaşlarımız için doğuşta beklenen yaşam süreleri kadınlar için 80.7,erkekler için 75.3 olarak OECD standartlarına yaklaşmış olmamızda en özverili ve mucizevi katkıyı sağlayan başta Atatürk olmak üzere tüm emeği geçenleri minnet ve şükran ile anıyorum.