Başkalarının kusur veya eksikliklerini belirleyip, dile getirmekte son derece istekli ve yetenekli olmamıza karşın, kendimize ait olanların farkına varmamız, kabullenmemiz ve düzeltmeye çalışmamız oldukça güç.

Türkiye için dönüm noktası olabilecek kritik bir dönemde özeleştiri yapmaya karar verdim. Neler yaptığımı düşündüm, öncelikle. Hem kendi bilim alanımda hem farklı alanlarda kendimi geliştirmeye, eksikliklerimi gidermeye; öğrendiklerimi öğretmeye, yakaladığım ışığı özellikle gençlere yansıtmaya çalıştım. Atatürk’ü, ilke ve devrimlerini anlamak; anladıklarımı köşe yazıları, kitap ve söyleşilerle anlatmak için çaba sarf ettim.

Altı ilkeden halkçılığı yeterince kavrayamadığımızı ve gereğini yerine getiremediğimizi fark ettim, özeleştiri yapınca. Birçok konuda yeterince başarılı olamayışımızın nedeni, dolayısıyla da başarının anahtarı burada olabilirdi.

Halkçılık Nedir?

Biraz araştırınca, Atatürk’ün diğer beş ilkede olduğu gibi, halkçılık konusunda da muhteşem bir sentez yakaladığını gördüm.

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyen Atatürk, halkçılığı Meclis’te şöyle tarif etmiş: “Bizim görüşümüz-ki halkçılıktır– kuvvetin, kudretin, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır.”

Atatürk’ün halkçılık anlayışı, Osmanlı’nın tersine, bireyler ve sınıflar arasında fark ve ayrıcalık kabul etmiyor; yasalar önünde herkes eşit. Amaç, sınıf mücadelesi yerine sosyal dayanışmayı sağlamak. Atatürk’e göre, Türk Milleti’nin sahibi ve efendisi, üretici olan köylü. Eğitim yoluyla köylüyü aydınlatmayı, toprak sahibi yapma ve üretim yoluyla zenginleştirmeyi; sınıflar arası farkları azaltmayı hedeflemiş.

Sorunlar ve Çözüm

Özellikle son yıllarda altı ilkenin tümünden uzaklaşmamız sonucu toplumda kutuplaşmalar aşırı derecede arttı. Din, mezhep, ırk, cinsiyet, gelir düzeyi gibi birçok faktöre bağlı derin ayrımlar, uçurumlar oluştu. Seçim öncesi partiler ve adaylar arası çekişme ve ekonomik kriz, ayrımı daha da derinleştirdi.

Empati kurmaya, yaraları sarmaya, sen – ben kavgasını bırakıp, küskünleri barıştırmaya gereksinim var. Bu kriz döneminde, toplumun gelir düzeyi yüksek ve düşük kesimleri arasında kurulacak köprüler çok önemli. Bu köprünün ayakları çocuklar, gençler ve kadınlar olabilir. Öğrencilere burs ve destek eğitim; kadınlara gelir elde edebilecekleri kurslar sağlayan kurum ve kuruluşların yaygınlaşması için uğraş vermekte yarar var. İzmir’in yeni belediye başkanlarının da destekleyecekleri projelerle toplumsal uzlaşmaya önemli katkılar sağlanabilir.

Denizyıldızları

Sahile vurmuş denizyıldızlarının ölmelerini önlemek için tek tek denize fırlatan çocuğun öyküsünü bilirsiniz. Yaşlı adam çocuğa sahilde binlerce denizyıldızının olduğunu söyler ve bu çabanın ne fark ettireceğini sorar. Çocuk elindeki denizyıldızını denize fırlatır ve adamı “Bunun için fark etti” diye yanıtlar. Loren Eiseley’ın ‘The Star Thrower’ adlı öyküsünden kaynaklanan ve internette ünlenen bu öykü hep yetersiz gelmiştir bana. Bugüne dek farklı yollarla bazı denizyıldızlarının denize kavuşmasına katkı sağlamış olsam da bu girişimleri yeterli bulmuyorum. Çok daha fazla denizyıldızını kurtaracak bir makine, bir sistem geliştirmek var, hep aklımda. Ekosistemi olumlu yönde değiştirebilmek için bu şart.

Bu konuda kafa yormanın ve girişimlerde bulunmanın zamanı...