Bilindiği gibi Dünya Sağlık Örgütü, sağlık ile çevre arasındaki ilişkiyi irdelemek için tanım olarak sağlık için sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, aynı zamanda fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali vurgulamasını yapar. Dolayısı ile insanın yaşadığı fizik şartlar ve yaşam alanları anlamında çevre çok önemlidir.

Birleşmiş Milletler, 1994 yılından bu tarafa, dünyadaki çölleşme ve kuraklık riskine dikkat çekmektir. Bu konuda farkındalık oluşturmak amacı için, her yıl 17 Haziran tarihini Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü olarak ilan etmiştir. Bu kapsamda, her yıl dünyanın farklı bir ülkesinin ev sahipliğinde çeşitli etkinlikler yapılmakta, dünyadaki çölleşme ve kuraklık için güncel durum ve gelişmeler kamuoyu ile paylaşılmaktadır.

Bu organizasyonun ilk ev sahipliği, ülkemizde TEMA Vakfı'nca 1995 yılında gerçekleştirilmişti ve yurt içinde yapılan başarılı çalışmalar dünyaya tanıtılmış, düzenlenen konferans ve paneller ile Konya Karapınar, Ankara Nallıhan, Burdur Akyaka ve Iğdır Aralık bölgelerinde çölleşmeye maruz kalan yerler için yapılan önleyici projeler dile getirilmişti. Orman ve diğer ilgili bakanlıklar ile TEMA gibi ihtisas NGO örgütlerinin çabası ile son 50 yılda 4 milyon hektar toprağımızın çölleşmeden kurtarılması umut vadedici olsa da, her yıl ülkemizde 743 milyon ton verimli üst toprağımızı erozyonla kaybettiğimiz bilgisi, sanırım tüm okuyucularımızı üzecektir. Ülkemizde, erozyon ve çölleşme tehdidi altındaki riskli arazilerimiz toplamda 58 milyon hektara yakındır, dolayısı ile 50 yılda ortaya çıkan tabloya bakarsak, buraların kurtarılması için bugünden itibaren 800 yıla ihtiyacımız olacaktır. Dünya genelinde ise her yıl İsviçre’nin 3 katı büyüklüğünde yani 12 milyon meikre kare alan çölleşme ile yok olmakta, toprak bozunumundan ise dolaylı olarak 1,5 milyar insan etkilenmektedir.
Bu bilgilerden de tahmin edilebileceği gibi, çölleşme ve kuraklık, küresel bir sorundur. Dünya ekonomisi için büyük bir negatif yük, insanlık için sonuçları trajiktir. En acı tarafı ise, çölleşmenin insan eliyle yaratılan bir problem olmasıdır. Temelde, insanlar tarafından verimlilik esaslı olmayan fazla toprak kullanımı çölleşme için en büyük neden olarak karşımıza çıkmaktadır. BM RİO Dünya Zirvesinde (1992), iklim değişikliği ve insan faaliyetleri de dahil olmak üzere muhtelif aktörlerin etkisi altında kurak, yarı kurak ve az yağış alan bölgelerdeki TOPRAĞIN DOĞAL ÖZELLİKLERİNİ YİTİRMESİ veya kısaca toprağın aşınması çölleşme için, halen kullanılan en iyi tanımlama özelliği taşımaktadır.
Dünyada, 4 milyar hektarı aşkın arazi yani yaklaşık küremiz yüzey alanının üçte biri çölleşme tehdidi altındadır. Bu alanlarda, arazilerle ilişkili yaklaşık 1,2 milyar insan, 110’ü aşkın ülkede ortak yoksulluk kaderini paylaşmaktadır. Oysa UNEP ismi ile anılan Birleşmiş Milletler Çevre Programı raporuna göre, dünya genelinde, çölleşmeden doğrudan etkilenen araziler için kümülatif olarak yıllık gelir kaybı 50 milyar dolarken, çölleşme ile mücadelenin yıllık bedeli sadece 2 milyar dolar civarındadır.

Ülkemizde, son 30 yılda, DİE Türkiye İstatistik Yıllığı verilerine göre, yaklaşık 20 milyon kişi kırsal bölgelerden kentlere göç etmiştir, tahmin edilebileceği gibi bunda en büyük etken çölleşme nedeni ile tarımsal üretimde azalma dolayısı ile de aile geçim indeksinin yetersiz hale gelmesidir. Bu tablo, sadece işsizlik ile değil çarpık kentleşme, çevre kirliliği ve dolaylı olarak gelir dağılımındaki adaletsizlik ile sonuçlanmaktadır.
Kuraklık ve küresel ısınmanın tetiklediği çölleşme, Akdeniz çanağında yer alan ülkemizin, dünya çölleşme haritasında çok yüksek risk sınıfında yer alması gerçeğini yüzümüze vurmaktadır. Bu riski bertaraf etmek ve sağlıklı bir çevre ekosistemi yaratmak adına, ülkemizin yetkili kurullarının başta toprak yasası olmak üzere çölleşme ile mücadelede bir ulusal eylem planını vakit geçirmeden hayata geçirilmesini sağlamaları yaşamsal önem arzetmektedir.