Seçimlere üç gün kala, tüm adayların vaatlerini yeterince dinlemiş, okumuş olmalısınız. Büyük olasılıkla da tercihlerinizi çoktan yaptınız. Oyunuzu kim (daha doğrusu kimler) için kullanacağınızı biliyorsunuz. Ama, oyunuzu kullanmakla işiniz bitmeyecek. Sandığınızın sayımına nezaret edip, sandık kurulunun imzalı tutanağının fotoğrafını çekmeyi ihmal etmeyeceksiniz...

Bunları yapsanız da, göreviniz bitmiş olmayacak… Gönlünüzdeki başkanlar (Büyükşehir ve ilçe belediye başkanınız), meclis üyeleri ve muhtarınız kazanmış olsa da… Artık, bir denetçisiniz. Adaylarınızın vaatlerini içeren bir broşürü bir kenara koymayı unutmazsınız umarım. Çünkü, beş yılın sonunda, bu vaatlerin ne kadarının gerçekleştiğinin hesabını soracaksınız.

Kime oy vereceğinizi sormak haddim değil, ama ben size oyumun kime gideceğini açıklayabilirim. Ve nedenlerini… Bu seçimde oyumu CHP adayı Tunç Soyer için kullanacağım. “Gerçek demokrasi, refahın toplumun her kesimine adil dağılmasıyla mümkündür” diyen, kültür ve sanat alanını toplumsal kalkınmanın olmazsa olmaz koşullarından biri olarak gören bir başkan için…

Köşemin sınırları, Soyer’in “üç cemre”sinde açıkladığı tüm projeleri sıralamaya yetmez. Bu nedenle, yalnızca kültür-sanat alanındaki vaatlerini paylaşmakla yetineceğim. Bu köşede, çoğu kez yinelemek ihtiyacını hissettiğim bir gerçeğin farkında, Tunç Soyer. Kültür ve sanat alanındaki müthiş potansiyeline karşın, iç acıtan bir durağanlık içinde kentin kültür-sanat yaşamı. Mekanlar yetersiz, izleyici ilgisi sınırlı… İzmir’in sihirli bir dokunuşa ihtiyacı var ve Soyer’de bu kararlılığı görüyorum.

Tunç Soyer’i pek çok başkan adayından ayıran birkaç önemli özellik var. Birincisi, kültür-sanat işlerini bir külfet gibi gören, kendisine sunulan projeler karşısında “başıma yeni iş çıkartmayın” tepkisini veren başkanlardan çok farklı olması. Bu alanı özel sektöre terk edip, halkın parasını koruduğunu iddia eden başkanlara da hiç benzemiyor. Kültür ve sanatın bir kamu görevi olduğunun bilincinde.

Yeni başkandan beklentilerimiz neler olabilir? İzmir’i dünya kültür-sanat ortamına entegre etmesi, İzmir’e ihtiyacı olan sanat mekanlarını kazandırması, İzmir’in kültür mirasına sahip çıkması, kültür endüstrilerine, varlıklarını sürdürmekte zorlanan bağımsız sanat kuruluşlarına, sanat kolektiflerine, kültür-sanat alanındaki STK’lara kol kanat germesi, destek vermesi, kente kazandıracağı uluslararası festivallerle İzmir’i Avrupa’nın önde gelen sanat merkezlerinden biri yapması, sanatı yalnızca ‘seçkinler’in üretip, tükettiği bir olgu olmaktan çıkartıp, toplumun her kesimi için ulaşılabilir kılması…

Soyer’in açıkladığı projelerin tüm bu ihtiyaçlara cevap verdiği söylenebilir. “Çok renk, çok ses, çok nefes” diyerek, yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi, kültür-sanat alanında da toplumun tüm katmanlarının sesi olacağını göstermesi; sanat yaşamında tek sesliliğin yerine çok sesliliğin egemen olacağının güvencesini vermesi; oluşturacağı yeni uluslararası festivaller ve Akdeniz kentleriyle kuracağı iletişim-etkileşim ağı aracılığıyla, İzmir’in sanatsal potansiyelini dünyaya tanıtmaya kararlı olması… Gerçekleştirme sözü verdiği “İzmir Şehir Tiyatrosu”, “Tasarım Şehri İzmir”, “Ege Uygarlıkları Müzesi”, “Modern Sanat Müzesi”, “Mübadele Müzesi”, “Tiyatro İzmir”, “Plato İzmir”, “Konservatuvar İzmir”, “Akdeniz Dilleri Merkezi”, “Kültür Endüstrileri Merkezi” projeleri; Gediz Deltası ve Kemeraltı’nın UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmesinin sağlanması, Elektrik Fabrikası ve Havagazı Fabrikası’nın bir Kültür vahasına dönüştürülmesi, Kültürpark’ın yıla yayılacak festivallerle İzmir sanat yaşamının kalbi haline gelmesi… Tüm bu projeler, bir kenti yaşanabilir kılmanın, sürdürülebilir bir yaşam kalitesinin güvencesi…

31 Mart’ın yalnızca İzmir’e değil, tüm ülkeye baharı getirmesi dileği ile… Sandık başına!