Decartes felsefesinin ilk ilkesi ve/veya temel önerisi olan COGİTO ERGO SUM ifadesi Latinceden “ DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE VARIM “ olarak çevrilebilir.
Bunu bir başka biçimde yani zıt anlamı ile ifade etmeye çalışırsak, “ Düşünmüyorum öyleyse yokum“ önermesine ulaşırız.
Demek ki insan olmanın ve var olmanın temeli düşünmektir.
Peki bu durumda neyi ve nasıl düşünmeliyiz?
Decartes’e göre insanoğlunu düşünmeye sevk eden etrafında olan biten ve beş duyusu ile algıladığı şeylerdir. Peki herkes etrafında olan biten ve beş duyusu ile algıladığı her şeyi aynı biçimde mi algılar, yoksa aralarında küçük veya büyük farklar olabilir mi?
Tabii ki her birey kendi kültürü, yetişme tarzı, eğitimi, bilgi seviyesi gibi unsurlara bağlı olarak çevresinde olan bitenleri farklı bir biçimde algılayıp yorumlayacaktır.
Aslında bir matematikçi olan Decartes şayet bilginin temelleri salt bir gerçekliğe dayanmıyorsa o takdirde bu bilgilerin üzerine inşa edilecek her yeni unsurun kaçınılmaz bir biçimde yanlış olacağını düşünüyordu.
Aynı şekilde, daha önce ifade ettiğimiz üzere şayet bireyler etraflarında olan biteni farklı anlayıp farklı yorumlamışlarsa, üzerine inşa edecekleri her düşünce buna göre şekillenecek ve haliyle birine göre doğru iken diğerine göre ise yanlış olarak mütalaa edilecektir.
İşte tam bu noktada karşımıza bir dilemma, bir ikilem ortaya çıkmaktadır. Herkesin her şeyi aynı biçimde algılayıp, aynı şekilde yorumladığı ve sonuçta aynı şekilde düşünüp hareket ettiği bir dünya mümkün müdür?
Ya da herkesin dünyayı farklı biçimde deneyimlediğinden hareketle böyle bir dünyada kavgasız, dırıltısız birlikte yaşamanın yolu nasıl bulunacak, bu farklılıkları diğerini suçlamadan yönetmek nasıl mümkün olabilecektir.
Decartes böyle bir dilemmanın cevabını vermiyor, felsefesini bu noktada başka bir yöne kanalize ederek Kartezyen şüphecilik kavramı üzerinden farklı platformlarda ilerliyor. Öyleyse bu sorunun cevabını kendi içimizde bulmalıyız.
İnsanoğlu tüm fikir ayrılıklarına rağmen birlikte yaşama iradesini ortaya koyabilmiş bir canlı türü olarak, bunu başarabilmek için üzerinde geniş mutabakatların sağlandığı toplumsal kurallar üretmiş ve bu kuralların sayesinde bir arada kalabilmiş olmasına rağmen, birlikte yaşama konusunda maalesef diğer hayvanlara göre daha başarısız olmuştur.
Bu nedenle sosyal, kültürel, dinsel veya hakim olma duygusu gibi güdülerin ardına düşerek birbiriyle savaşmış, binlerce hatta milyonlarca kişinin canı pahasına birbirini katletmiştir. Oysa ki bizim kadar zeki olmayan, alt türler olarak nitelendirdiğimiz hayvanlar bile kendi cinslerini öldürmezler veya çok nadir durumlarda bunu yaparlar.
Örneğin: arslanlar bir arada yaşarlar. Maymunlar da öyle. Fillerden zürafalara hemen her hayvan türü birlikte yaşama iradesine sahip varlıklar olarak yaratılmışlardır. İş bölümü yaparlar, birlikte avlanırlar ve birlikte beslenirler ama kendi cinsdaşlarını öldürmezler.
Ne yazık ki, Bırakın ülkeler arası anlaşmazlıkları ve bu nedenle çıkan savaşlarda çoluk çocuk demeden insanların katledilmesini, bugün konu komşu birbirini boğazlar hale geldik.
Artık neyi sorgulayacağımızı bilemiyorum, ama önce insanlığımızı sorgulamaktan başlamamız gerektiğini düşünüyorum.