Çevre deyince aklınıza ilk gelen imge nedir?

Sık ağaçlarla dolu koca bir orman mı?

Çiçekler böcekler mi?

Şırıl şırıl akan bir şelale ya da uçsuz bucaksız denizler mi?

Hayvanlar mı?

Çevre kelimesi aslında bunlardan çok daha fazlasını ifade ediyor. Dünya gezegeninin tüm varlıklarıdır çevre. Ve çevre bilinci dediğimiz de en basit anlatımıyla bu varlıklara, kaynaklara sahip çıkmaktır.

Doğayı ve hayvanları korumak elbette çevre bilincinin temelini oluşturuyor. Ancak bunu gerçek anlamda yapabilmek için önce bakış açımızı genişletmemiz lazım.

Örneğin ağaç kesmeyebilir, denize direkt olarak çöp atmayabiliriz ama kaynakları hor kullanmaya devam ediyorsak o zaman dolaylı yoldan çevreye zarar veriyoruz demektir.

Suyu boşa akıttığımız her damla ile göllerin kurumasında payımız oluyor.

Çöpe attığımız her kağıt ürünü, bir ağacın daha doğadan eksilmesine sebep olabiliyor.

Aşırı plastik kullanımından vazgeçmediğimiz ve geri dönüşümü önemsemediğimiz müddetçe, o plastikler dönüp dolaşıp yolunu denizlere çeviriyor.

Hayvanlara direkt olarak zarar vermiyor hatta onları seviyor olabiliriz. Ancak petshoplardan hayvan satın aldığımız, faytonlara bindiğimiz, hayvanat bahçelerini gezdiğimiz, yunus parklarına veya hayvanlı sirklere para verdiğimiz sürece gerçek anlamda hayvanların yaşam haklarına saygı duymamız da mümkün değil.

Evimiz tertemiz olabilir ama peki ya sokaklarımız, parklarımız, yollarımız, caddelerimiz?

Evimizin dışında kalan yerlere de en az evimiz kadar özen göstermedikçe sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşayabilir miyiz?

Bizim ülkenin insanında maalesef çevre bilinci bir türlü oturmadı. Yaşadığımız coğrafyaya, kentlere, doğaya, hayvanlara duyarlılığımız olması gerektiği gibi gelişmiyor.

En basitinden, çöp tenekesini kullanmamakta bile direniyoruz. İlla ki yediğimiz içtiğimiz veya kullandığımız ürünlerin artıklarını yere atıyoruz.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, geçtiğimiz ay çevre seferberliği başlattı… Güzel bir adım ama çevre bilincinin kazanılması için zaten bilinçli olan insanların ellerinde torbalarla çöp toplaması yeterli olmuyor.

Bu işin bir devlet politikası haline gelmesi, ülkenin geneline yayılması lazım.

Gazeteler, televizyonlar, radyolar, dergiler, internet siteleri, sosyal medya kanalları ile her gün, her an insanların duyarlılığını ve farkındalığını artıracak zekice hazırlanmış yayınlar yapılmalı.

Her kentte billboardların bir kısmı sürekli olarak çevre farkındalığına ayrılmalı.

Rating rekorları kıran diziler, çok izlenen filmlerde subliminal mesajlar yer almalı.

Sadece belediyeler ve STK’lar değil tüm kurumlar ve ünlü isimler çevre seferberliği başlatmalı.

Devlet, çevre bilincini kazandırmak için teşvik edici kampanyaları yaygınlaştırmalı.

Okullarda sadece sınıf ortamında değil bizzat yaşayarak çevre bilinçsizliğin vardığı nokta ve zararları erken yaşlardan itibaren çocuklara öğretilmeli.

Biliyorsunuz, belediye, İzmir’in Körfez bandını güzelleştirmek için milyonlarca lira harcadı. İnsanlar daha güzel bir çevrede yaşasın diye parklar, oturma grupları, piknik alanları, seyir terasları yapıldı.

Mesela okullar açılır açılmaz öğretmenler ilk iş çocukları, sabah erkenden Kordon’a, Konak’a, Bayraklı veya Karşıyaka sahil bandına götürmeli. Ve küçükler büyüklerin yaptığı tahribata bizzat tanık olmalı. Her yerde çöp tenekesi olduğu halde, güzelim çimenlerin üzerinin nasıl silme çekirdek kabuklarıyla kaplı olduğunu, nasıl her yerde torbalar, ambalajlar, boş şişeler ve sigara izmaritleri olduğunu görmeli.

Bu manzara eşliğinde, yere atılan her çöpün çevreye, insanlara ve hayvanlara verdiği zarar anlatılmalı çocuklara. 'Siz bizim hatalarımızı yapmayın, bizim gibi umursamaz olmayın' denilmeli.