Cannes Festivali 72. yaşını kutluyor bu yıl. En az 30’unu izlemiş olmalıyım. Hayatımın en uzun ilişkisi sayılabilir!.. Bu sadakat nedensiz değil elbette. Sinema dünyasında olup bitenleri tüm yönleri ile içeren başka bir festival yok çünkü... Tüm yönleri derken, sinema sanatının zirvelerini, sinema endüstrisindeki yenilikleri, pazarda yer kapmaya çalışan yeni yetmeleri, dünyanın dört bir yanından gelen yaklaşık 3.500 sinema yazarı arasında gelişen dostluğu, ortak bir sevgiyi paylaşma duygusunu kastediyorum. Bir de partiler var, bizim dışımızda yaşanan. Kapitalist ekonominin pazarlama stratejilerinden biri bu da. Oyunun kuralı yani... Peki, ya plajlar diyecek olursanız, o görüntüler eski yıllarda kaldı. Artık ‘starlet’ler kendilerini plajlarda değil, internet sayfalarında pazarlıyor.

Dünyanın en büyük film pazarı (yılda yaklaşık 3.000 film ve yaklaşık 12.000 katılımcı içeren bir ‘Pazar’dan söz ediyorum) ile büyük ustalarla, yeni yaratıcıları bir araya getiren dünyanın en önemli film festivali nasıl oluyor da, birbirini zedelemeden yan yana varolabiliyor? Nasıl oluyor da, küçük bir sahil kenti 12 gün boyunca dünya sanatının başkenti olabiliyor? Nasıl oluyor da, bir festivali izlemek için 40.000 kişi her yıl Cannes’a geliyor? Hiç kuşkusuz, bu mucizeyi sanata saygısını yitirmeyen ve sinema sektörünün gücünün farkında olan Fransız politikacılarına borçluyuz. Yıllardır değişmeyen ilkeleri, yöneticileri, bütçesi ile istikrar örneği bir festival, Cannes. Yıllardır, heyecanını yitirmeden bu büyük senfoniyi yöneten Thierry Fremaux’ya teşekkürler.

Bu istikrarın sağlanmasında, Fransa’nın sanata-kültüre verdiği önemi vurgulayan ‘kültürel istisna’nın çok önemli bir rolü var. Amerikan ekonomisinin, dünya pazarları üzerindeki egemenliğini kurabilmek için Avrupa ülkekerine dayattığı ‘açık Pazar’ anlayışı (yani, her alanda ‘ulusal kotalar’ı yasaklayan anlayış) çerçevesinde tek bir istisnayı, kültürel istisnayı (Exception Culturelle) Amerika’ya kabul ettiren Fransa’ya çok şey borçlu Avrupa’nın sanatçıları. Çünkü, pek çok ülke Fransa’nın izinden giderek, bu istisnayı yasalaştırmış durumda. Elbette, Avrupa solunun bir başarısı bu. Ve, bu Pazar günü yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde sağ kanat galip gelirse, zedelenmesi yahut tümden ortadan kaldırılması olasılığından söz ediliyor.

İşte bu nedenle, bu yıl Cannes’da tartışılan © biri, ‘kültürel istisna’. Geçen gün Le Monde’da sinema dünyasının çok sayıda ünlü ismini bir araya getiren bir bildiri yayımlandı, ‘Kültürel İstisna’nın kaldırılmasının sinema sanatının sonu olacağını vurgulayan. Bu yazıya oturmadan izlediğim basın toplantısında, Belçika sinemasının en saygın yönetmenleri Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşler de “Sinema, salt bir ürün değildir. Kültürel İstisna’dan vaz geçilirse, sinema bir sanat olarak varlığını sürdüremez” diyordu.

Kültürel istisna, Avrupa sinemasında ‘çoğulculuk’un, ‘çeşitlilik’in güvencesi. Bu kavramlar, dün ‘Diversity Day’ (Çeşitlilik Günü) kapsamında yeniden tartışıldı. Farklı kültürlerin savunulduğu, cinsel eşitsizliğin gündeme getirildiği etkinlikler düzenlendi. Kadın hareketi, ‘Women in Motion’ (Kadınlar Eylemde) başlığı altında, sinema sektöründeki cinsiyetçi anlayışı ve sektör içi taciz konusunu tartışmaya devam ediyor. Cannes Festivali yönetmeni Fremaux, bu yıl ana yarışmada ve programın diğer resmi bölümü ‘Un Certain Regard’ (Belli Bir Bakış)da kadın yönetmenlerin sayısını ciddi oranda artırmış. Jürinin seçiminde de, cinsiyetçi bir tutumdan kaçınmış. Başkan dışında, dört kadın ve dört erkekten oluşuyor Jüri. Yan bölümlerin ikisinde de kadınlar Jüri başkanı. Güzel gelişmeler bunlar...

Cannes’dan bakınca, ülkemizin durumu pek parlak görünmüyor. “Her şey çok güzel olacak” biliyoruz, ama şimdilik kadın yönetmenlerimizin sayısında bir artıştan söz edemiyoruz. Jürilerimizde erkekler ağırlıkta, her zaman olduğu gibi... Sinema desteklerinde yandaşlara kıyak geçiliyor. Çoğulculuk meselesine ise hiç girmeyelim!..

Dünyanın tüm festival yöneticileri buradaydı, bizden ise, İstanbul dışındaki kentlerden kimsecikler yoktu. Çünkü, bizim Belediye Başkanlarımız halakarar verememişti, festivallerini kimlere emanet edeceklerine... Nasıl olsa, sanat işleri gündemin arka sıralarındaydı!