Türkiye, iletişim özgürlüğü / ifade özgürlüğü alanında rekorlar kırmaya devam ediyor. Yazılı ve görsel basında en ufak bir eleştiriye bile tahammül gösterilmemesi sonucu her gün yeni mahkumiyetler, yeni para cezaları ile karşı karşıya kalıyor basın emekçileri. Muhalif basına resmi ilanların kısıtlanması da bir başka sansür yöntemi...

Türkiye’deki gazeteci yargılamalarını izleyip, belgeleyen ‘Press in Arrest’ sitesine göre, 10 Ocak 2021 itibariyle ülkemizde en az 62 gazeteci hapisteymiş. Son iki buçuk yılda, en az 353 gazeteci haklarında açılan 231 basın davasında yargılanmış, en az 73 gazeteci hakkında adli kontrol tedbirleri uygulanmış. Bu süre içinde en az 19 gazeteci mahkumiyet alarak haklarındaki hükmün açıklanması ertelenmiş, yani “konuşursan, yatarsın” demeye getirmişler!

***

2020 yılında,137 basın davasında 205 gazeteci yargılanmış; tamamlanan 10 basın davasında 9 gazeteci toplam 24 yıl 21 gün hapis cezasına çarptırılmış, 2 gazeteci hakkındaki hükmün açıklanması geri bırakılmış. 2020 yılının son günü itibariyle, 171 gazeteci hakkındaki 67 basın davası yerel mahkemelerde, 48 gazeteci hakkındaki 32 dava istinaf mahkemelerinde, 23 gazeteci hakkındaki 10 dava Yargıtay’da devam ediyormuş. Bütün bunlar, Anayasasında “Basın hürdür, sansür edilemez”, “Herkes düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma hakkına sahiptir” yazan bir ülkede oluyor!

Yalnızca medya mı, kişisel hesaplarımız didik didik ediliyor, suç yaratmak niyetiyle. Sosyal medya hesaplarında muhalif söylemleri olan yurttaşlar mahkemelere taşınmak zorunda bırakılıyor. Yanılmıyorsam 3000 civarında yurttaş ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlaması ile yargılanıyor. Televizyondaki bir söyleşide iktidarı eleştiren değerli sanatçılar Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e mahkemenin verdiği beraat kararına itiraz geldi, devletin en üst katından. Zuhal Olcay da, aynı nedenle hüküm giyip, hükmün uygulanması geri bırakılan sanatçılar arasında.

Gazeteciliğe ve sanata yönelen en yeni sansür de, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 27 Nisan 2021 tarihli genelgesi. Bu genelge ile görevi başındaki polisin ses ve görüntü kaydının alınmasının özel hayatın gizliliğini ihlal ve kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesi ve paylaşılması anlamına geleceği ileri sürülerek; bu durumlarda ‘ses ve görüntü kaydı alanlara fırsat verilmemesi, eylemin niteliğine göre kayıt alan kişilerin engellenmesi ve hatta adli işlem yapılması' hususunda kolluk personeli görevlendiriliyor.

***

Genelgeye tepki gösteren 200’ü aşkın belgeselci, aktivist, gazeteci ve belgesel fotoğrafçı ortak bir basın açıklaması ile, eylemlerde çekim yapılmasının engellenmesinin “olası bir polis şiddetinin örtbas edilmesine, hatta böyle bir şiddetin teşvik edilmesine neden olabileceğini” belirterek, genelgenin hukuka aykırı nitelik taşıdığını savundu. 'Kişisel verilerin korunması ilkesi'nin kamusal alanda kamu gücünü kullanma yetkisi olan kolluk kuvvetleri için uygulanabilir nitelikte olmadığının vurgulandığı açıklamada, genelgenin Anayasa’ya ve kanunlara aykırılık içerdiği belirtildi.

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nü geride bırakırken, “Anayasa’nın 26.(Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti), 27. (Bilim ve Sanat Hürriyeti) ve 28. (Basın Hürriyeti) maddeleri varken, “genelge” ile ifade özgürlüğü engellenemez. Basın yayın araçları suç aleti değildir. Herkes haberleşme ve yayım araçlarından yararlanma hakkına sahiptir. Halkın haber alma ve olaylar hakkında bilgi ve kanaat sahibi olma hakkı vardır. Kimsenin görüş edinme hakkı sınırlandırılamaz” diyen medya mensuplarına ve belgeselci dostlara katılmamak elde mi? Yazımı, açıklamanın son cümlesi ile bitireyim:

“Buradayız ve kayıttayız”…