Çeşme ve Alaçatı‘nın, giderek kalitesizleşen eğlence hayatına, uçuk fiyatlarına ve kontrolsüz yapılaşmaya karşı çıkanlarla, buradan emek yiyenlerin tartışması bu yıl da saçma sapan bir yere gitmeye başladı.
Dışarıdan gelip bu Yarımada'dan ekmek yiyenler ne demek istediğimizi bir türlü anlamıyor.Anlamak istemiyorlar.'Köydünüz sayemizde geliştiniz serpildiniz' diyenler bizim aslında hep köy kalmak istediğimizi bir türlü kavrayamadılar.Eğlence kelimesinin curcuna, avamlık, şatafat, gösteriş dışında da anlamlar içerdiğini anlamıyor bu insanlar, çünkü kalibreleri bu!Neyse şunun şurasında bir ay kaldı.Bir ay sonra ortalık tamamen olmasa da yavaş yavaş sakinleşecek ve Ekim'den sonra iyice biz bize kalma durumu gerçekleşecek.Önümüzdeki yıl tartışmalar daha da artmış bir şekilde devam eder nasıl olsa...Aç gözlü güruh henüz istediği gibi kanını emip posasını çıkaramadı buraların.Daha bozacak çok plaj, içine edilecek çok sokak var nasıl olsa! Malum ben yine kendimi eve kapattım. Dışarıda neler oluyor, sadece arkadaşlardan duyuyorum.Benim yazın yaşanan istiladan korunma yöntemim de bu: Eve kapanıp mutfağa sarmak.Yine şu aralar yaptığım gibi.Yemek yapmanın, yemenin, her daim sofralar kurup, o sofralarda en az kendisi kadar yemekten keyif alan dostlarını ağırlamanın hayatında çok önemli yeri olan bir insan olarak, içinden mutfak geçen film ve kitaplarının da hastasıyım tabii ki.Döne dolaşa okuduğum kitaplarım var.Üzerinden bir kaç yıl geçse de özleyip, tekrar okumak istediğim.Lily Prior‘un ‘La Cucina’sı (Türkiye’de Aşk Mutfağı olarak yayınlandı) benim için o kitaplardandır. Hikayesiyle içimi ısıtır, kafamı boşaltır, burnuma o mutfakta pişen ne varsa kokusunu taşır.Kitabı ilk okuduğumda, başına iyi-kötü ne gelirse enerjisini boşaltmak, tepkisini göstermek, üzülmek, sevinmek, coşmak, gülmek, ağlamak için her fırsatta kendini mutfağa atan Sicilyalı Rosa Fiore‘yi tanıyınca, yıllar önce ormanda kaybettiğim kardeşimi bulmuş gibi sevinmiştim.Demek benim gibi ensanlar var bu dünyada diyerek…Çünkü en travmatik anlarda bile ağlaya ağlaya ocakta makarna sosu karıştırdığımı iyi bilirim.Ya da hayatımın yönünü değiştirecek müjdeli haberi aldığımda ilk iş olarak derin dondurucudaki balıkları çıkardığımı…Aşk acısı çekerken ocağın başında köfte kızartmak ne demek, bana sorun.Daha dün, birine sinirlendim, bir baktım avaz avaz ağlarken kucağımdaki kirazları üçer beşer ağzıma tıkıyorum.Aklıma yine kitaptaki Rosa geldi…Herkesin kendine göre bir kaçış yolu mutlaka var.Benimki mutfak… Daha doğrusu ne hissetsem mideme vuruyor sanırım.Olsun… Bu ülkede, bu şartlar altında yaşarken kafamıza vurmasından iyidir. Alınacak bir kaç fazla kilo, delirmekten yeğdir.