Bugün herkes Çankaya’da Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi'nin (APİKAM) bahçesine bekleniyor. 9 Eylül aşkına, İstiklal şehitleri hürmetine, Mustafa Kemal heyecanına… Ve güzel fuarım…

Bunca yıldır yazıyor ve konuşuyorum sizin için…

Nasıl yaşadığımı birçoğunuz biliyor ki, bazen unuttuklarımı hatırlatıyorsunuz, bazen önerilerinizle yönlendiriyorsunuz beni. Aranızda CHP’li de var AK Partili de, İYİ Partili de var MHP’li de, Gelecek Partili de var Deva Partili de, Kürt de var Türk de, Alevi de var Sünni de…

Eleştirileriniz o kadar anlamlı ki benim için… Her birinize ayrımsız kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.

Temmuz ayıydı, kafamda şekillenmeye başladı. Yıllardır 9 Eylül yaklaşınca hep aynı “eksikliği” duyuyor, valilikten belediyeye herkesi eleştiriyor hatta topa tutuyordum. Çünkü ulusal anlamdaki önemli günler, tam da gününde bir yürüyüş, iki çelenk sunma, akşamları da bir resepsiyon bir fener alayı bir de konserle bitiyordu. İzmir’in “merkezi” görülen “kıyı” ışıl ışılken, esaret yıllarında en çok acıyı çekmiş, sessizce zulüm yaşamış ve sessizce ölmüş mahalleler karanlıktaydı. Hep buna işaret etmeye, dikkat çekmeye çalıştım.

Makamlar geçicidir yaşam gibi… Bir varsın bir yoksun. Zengin de olsan, mevki makam sahibi de olsan “bir gün” kapını çaldı mı ecel, kredi kartını da hesap cüzdanını da tapularını da alamazsın “giderken” …

Ama gök kubbede hoş bir sada bıraktıysan yaşarken, bunun huzuruyla gidersin.

Kaç kez yazdım… Başkan Tunç Soyer’in “arka mahallelerdeki” havuz çalışması benim için çok muhteşem bir olaydı. Bizzat gittim, izledim, gözledim o gariban çocukları. Ama aldığım bazı dönüşler var ki, çok ama çok takıldım. Ne Başkana yağcılığım kaldı ne de abartıcılığım. Gül Sokak'ta şarap içenlerin bazıları ne anlar ki 9 Eylül’den, arka mahallelerin çilesinden. Ama o kadar yüreksiz ki bazıları, oturdukları makamlarda sadece “efendilerinin kuklası” olduklarını bile düşünemiyorlar. Öyle “başkanlar” var ki, rüştlerini şu pandemide dahi ispatlayamadılar. Ama “ağızları var” konuşuyorlar. Bir kez dürüst olup yüzüme konuşsalar gam yemem, satın aldıkları tetikçilerle yürüyorlar üzerime. Alıştım ama… Son 30 yıldır onlar “yolcu” ben “hancı” yaşayıp gidiyoruz işte.

GELİYORSUNUZ DEĞİL Mİ?

Dedim ya temmuz ayında şekillendi kafamda. Görevimin olduğu Apikam, kentin ortasında. “Neden” dedim kendi kendime, “neden biz 9 Eylül’ü bilgiyle, hatıralarla, kitaplarla karşılamıyoruz?”

Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e arz eyledim muradımı… Nezaketle, heyecanla “tamam” dedi. Ama bir yandan “Kültür Zirvesi” diğer yandan “Arsıulusal İzmir Fuarı”, yoğunluk çok. “Başkanım zorlamam” dedim “belediyemi”. “Biz kendi yağımızda kavruluruz”. Ona da “tamam” dedi. Hemen Kent Tarihi ve Tanıtımı Daire Başkanı Funda Erkal Hanımefendi’yi aradım. O da heyecanlandı, inançla “yaparız” dedi. Genel Sekreter Yardımcısı Eser Atak da “yaparız” dedi. Hele Genel Sekreter Buğra Gökçe. Kardeş gibi sevdiğim dost. Adeta “yürü be Hasan Tahsin” dedi. İzelman Genel Müdürü Burak Alp Esen kardeşim “bir dediğimizi iki etmedi”, İzelman tam “kuvvacı” davrandı. Sevgili meslektaşım, dostum İlyas Özgüven de desteğini esirgemedi bizden. Ulvi Puğ, Milli Kütüphane, Fen İşleri, Parklar Bahçeler Daire Başkanı Çiğdem Hanım ne zaman arasak anında el verdi. Sıvadık kolları. Görüşmeler, tasarımlar, matbaalar, telefonlar derken Apikam Bahçesi “istiklal şehitlerinin” ruhlarını şâd edecek şekle büründü. Bu etkinliğin “gizli bir kahramanı da var ama” onu sonra, ileride açıklayacağım. Size, bu işi yapan sadece “bir avuç kahramanı da” yazacağım. Çünkü o “bir avuç” yan gelip yatmadı, uzaktan bakmadı, fısır fısır sağda solda  dedikodu etmedi, kibre girmedi… Çünkü o “bir avuç emekçinin” yüreğinde istiklal heyecanı, arkalarında İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı ile çok önemli bürokratlar vardı.

Şimdi gelelim sizden isteğime.

Haydi gelin bugün, yarın. Bugün 18.30’da Orhan Beşikçi, Mithat Kadir Vural ve ben varım söyleşide. Arka sokakların 9 Eylül’ünü konuşalım. Yarın da Erkan Serçe var aynı saatte. Unutulanları hatırlatacak bu etkinlik. Film gösterisi var saat başı. Sizi 1936’ya ve 1963’e götüreceğiz.

Hele kitaplar…

İzelman, Akdeniz Akademisi ve Tarihsel Çevre ile Apikam Kent Kitaplığı.

Sürprizler de var tabii.

Bahçeyi baştan başa “99. yılında 9 Eylül” bayraklarıyla donattık…

Gelmeniz lazım İzmirli dostlarım… Bunu istiyorum sizden.

Gazi Mustafa Kemal’in en sevdiği kentin yurttaşları mutlaka yerlerini alacak Apikam bahçesinde.

Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç, CHP İl Başkanı Deniz Yücel, İyi Parti İl Başkanı Hüsmen Kırkpınar şimdiden geleceklerini söylediler.

Geliyorsunuz değil mi?

Bugün kitap stantları saat 11.00’de açılacak. 18.30’da ilk söyleşi var, 11.00’den itibaren her saat başı çok özel bir film de var…

Milletvekilleri, siyasi parti il başkanları, İzmir Valisi, Emniyet Müdürü, Milli Eğitim Müdürü, Ege Ordusu Komutanı, rektörler, Ticaret Odası, Sanayi Odası, Borsa, Esnaf Odası başkanları, Müftü, iş insanları, sendikalar, basın… Umuyorum ve davet ediyorum. Çünkü makamlar ne olursa olsun aslolan sadece “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığıdır.” Ve yurttaşlık 9 Eylül 1922’de kazanıldı!

Bekliyoruz…

***

BENİM GÜZEL FUARIM!

Koskoca bir alan… Ortalık toz toprak… Yanmış, yıkılmış evlerin molozları… Yol, sokak kalmamış artık. Bir zamanlar bu mezbelede insanların yaşadığına da inanmak zor. Rüzgâr esince dile geliyor sanki molozlar…

Öyle bir mezbele ki; nasıl kaldırılır, sonra ne yapılır kimse tahmin de edemiyor. Bazı işten anlayanlar da “Yıllar sürer buraları düzeltmek!” diyor. Ama atlanan bir ayrıntı var… Bu alan sıradan bir alan değil, o yıkıntılar dünyanın her yerinde görülebilecek yıkıntılar değil. Ve bu alanın “sahipleri” de öyle sıradan insanlar hiç değil.

Burası İzmir…

Emperyalizmin işgalinden, eşi benzeri görülmedik bir millet seferberliğiyle kazanılan zaferin bedelini ödeyen şehir İzmir.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 9 Eylül akşamı Belkahve’den kente bakarken iç geçirip “Bu kente kötü bir şey olsun istemem.” demişti. Ama oldu… Sömürgeci emperyalizm, İzmir’i terk ederken, şehir adeta “kim vurduya” gitmiş ve önemli bir kısmı yanmış, kül olmuştu. Tek teselli vardı muzaffer İzmir’de, o da Kadifekale’den Sarıkışla’ya, Hükümet Konağı’ndan Pasaport’a gönderlerde dalgalanan ay yıldızlı al bayrak!

Peki, ödenen bedel olan, yakılan yer ne olacaktı?

Muzaffer Başkomutan ne demişti ilk İktisat Kongresi’nde?  “Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadî zaferlerle desteklenmezse payidar olamaz, az zamanda söner.”

Bu sözler İzmir’de “emir” telakki edildi. Zamanın Belediye Başkanı Behçet Uz düşündü, sordu soruşturdu, araştırdı ve kararını verdi. Gerekirse yine bedel ödenecek ama bu alan mezbelelik kalmayacaktı. Öyle bir alan tertip edilecekti ki, hem okul hem ticarethane hem sanat merkezi hem doğanın aynası hem de ulusal devrimin dünyaya açılan penceresi olacaktı.

Oldu da…

Hem de öyle bir oldu ki… Dünyanın birbirine girdiği yıllarda bile İzmir Fuarı düşmanları yanyana getirdi.

İzmir Fuarı çok kısa sürede ününü İzmir’den Ege’ye, Türkiye’den dünyaya taşıdı. Bir yaşam biçimi haline geldi. İzmir Fuar ile, Fuar İzmir’le anılır oldu. O kibirli dünya devleri sıraya girdi peş peşe. “Ben buzdolabı getiriyorum, ben televizyon getiriyorum, son model otomobil bende, kuluçka makinemi dünya tanımalı, ey ahali bakın jeneratör de benden” yarışları başladı.

Sanatçılar için de önemliydi, çok önemliydi Fuar. Zeki Müren en şaşırtıcı kostümlerini Fuar için diktirirdi, Müzeyyen Senar, Fuar heyecanını aylar önce duymaya başlardı.

İzmirliler, Manisalılar, Aydınlılar, Denizlililer Fuar yaklaşınca “kenara para” koyarlardı, yeni elbiseler alırlardı. Saat planları yaparlardı aralarında “Saat 3’te gireriz, hayvanat bahçesine mutlaka gideriz, sonra Palmiyeler’de iki kadehle yarım kızarmış tavuk yeriz ve gazinoya geçeriz.”

Gazinolar dolar taşardı. Piyale önünde kuyruk olurdu upuzun. Mesele de bildiğiniz “spagetti.” Büyükler “makarna-bira” küçüklerse “makarna-Cincibir” sefası ederlerdi.

Lunapark da özeldi… Her yıl “yeni oyuncaklar” gelir, önce binilmeye korkulur sonra da inilmezdi. Çocuklar “Ona da bineceğim, buna da bineceğim!” yaygarasıyla annelerinin eteklerini çekiştirirlerdi. Korku tüneli ilk yapıldığında “Aman diyeyim çok korkunç, şeytanın mızrağı bana çarptı!” kelamlarıyla teşvik vardı.

Dedim ya İzmir’in Fuarı “özeldi…” “Amerikancı” vatandaşlar ABD pavyonuna giderken göz ucuyla SSCB pavyonuna bakarlardı “tanıdık komünist” görmek için. SSCB pavyonuna girenler çok ciddi yüz ifadeleriyle, ABD pavyonuna girenler de gülüşlerle karşılaşırdı. Her yıl İngiltere pavyonuna “kraliçe” gelecek diye beklenirdi. 

Yaşamdı Fuar… Öğretmendi… Kazandırandı Fuar… Barıştırandı… Buluşturandı Fuar… Doyurandı… Yüceltendi Fuar…

Fuar’ın ne anlama geldiği, çimlerin üzerindeki taşlara yıllar yıllar önce kazınan satırlarda gizlidir.

İzmir de, Türkiye de fuarın değerini, verilen İstiklal Savaşı’nın zorluklarından çıkardı. Bizim fuarımız asla başka ülkelerin “yeşil parklarıyla” kıyaslanamaz. Bunu yapanlar bilin ki, fuarımızın bulunduğu alanın hep mezbelelik kalmasını isteyen emperyalistlerin kuklasıdır.

Göl Gazinosu, Ada Gazinosu, Lunapark, Fuarın kapıları, her bir ağacı, çimeni “aslı bozulmadan” ileriki kuşaklara bırakmaya yemin ettiklerimizdir.

Fuara İzmir sahip çıkmazsa, yine dışarıdan gelip “ham yapmaya” çalışacaklar çıkacaktır mutlaka. Ama üzgünüm ki, İzmir iş dünyası yine “farkında” değil fuarın. Cimrilik mi desem, pintilik mi desem ama yok ben sadece “gaflet ve delalet” diyorum.

Folkart adlı firma kaç yıldır “ana sponsor” oluyor ya Fuara? Çeşme’den Alaçatı’dan “sesler duyuyorum” hem de ne sesler, kendi dedesine ihanet ettiğini fark etmeyen “bazıları” villalarının verandasında “Folkart’a da ne oluyor” diyormuş.

Be hey gafiller… Siz ne verdiniz? Siz olmak istediniz de “hayır” mı dendi? 

Ama iş başka…

Bir aralar, Gazi İlkokulu’nu AVM yapıp, okulu da fuar içinde inşa etmeyi önerecek kadar gaflete düşmüş sözde İzmirli iş adamları hatırlıyorum. Ya da “trafik sorununu” bahane edip, haince fuarı küçültmeyi düşünen başka gafiller. Veya yakın zamanlarda iktidar unsurları, İzmir’in tarihi liselerini, birilerine “otel” niyetine peşkeş çekmeye çalışırken alkış tutan “tanıdık” bazı gafil ve sözde İzmirliler…

Ama şükür ki, bu gafillere kulak verecek yurttaşlar çok az… Onların da hükmü yok efendileri gibi.

Her şeye rağmen…  Daha nice yıllara Mustafa Kemal kokulu Fuarım!