Kadim Hindistan mitolojisinde, dürüst ve onurlu bir yaşamın ödülü cennete gitmekti. Bundan başka bir hayatı sürdürenleri bekleyen şey ise cehennemdi. Sonraki çağlarda yaşayan Upasinad ermişleri bu düşünceden kopmuşlardı. Onlar ölümden sonra bir yaşam olamayacağını, varoluşun dünyada başlayıp biteceğini, hayatın doğum ve ölüm döngüleri şeklinde devam edeceğini ileri sürdü. Hayvan ya da bitki, her canlının kaderinin ölüm olduğunu, öldükten sonra da daha düşük ya da yüksek bir tabakadan bir insan ya da hayvan veya bitki olarak doğumun onları beklediğine inandı.

Elbette Hinduizm, bir çok inancı harmanlar: Upanisadlar, Ariler ve İndus Vadisi uygarlığının bir karmasıdır. O coğrafyada yaşayanlar Vişnu’dan Şiva’ya, tüm canlıların temelindeki Brahman’a, içinde nefes alıp huzur bulacakları ibadetlerini yönlendirirler.

Sonradan Buda olarak anılacak Siddartha Gautama da, yaşamın anlamını kavrayacağı ve aydınlanacağı münzevi yaşamında, temel ahlak kurallarının ilhamında, saf bir zihin ile dürtülerimiz ve gereksinimlerimizden kurtulursak, Upasinadlarda bahsedilen sonsuz doğum ve ölüm döngüsünden kurtularak kusursuz yaşama ulaşabileceğimize dair öğretisini oluşturdu. Budizm, enteresan bir şekilde ortaya çıktığı Hindistan topraklarında zamanla zayıflarken, Hindistan dışındaki Tibet, Japonya ve Çin gibi ülkelerdeki milyarı aşan insanın yaşamını etkiledi.

***

Sanat da yaşamın anlamına dair insan arayışının bir sanatçıdaki dışı vurumu olarak ele alınabilir, hiç kuşkusuz. Ressam da bir sanatçı olarak, gözü ile (yani bir anlamda antik düşünürlerin bir kral gibidir göz, güçlü, hızlı, tanrısal diye tanımladıkları tüm evrene açılan ve onu tüm detayı ile gören) algıladıklarının içsel yorumunu tuvallerine yansıtırlar. Burada kuşkusuz perspektif ön plandadır. Zaman ve mekanın sübjektifliğinde ressamın birikimi, perspektif olarak resme yansır. Devrim Erbil’in sanatsal enerjisi, ışığın yansımalarında kente odaklanır ve toplumsal yaşam alanlarının kamusal düzlemindeki şehirlerin silüetini renk,desen ve geometrik çizgilerin komposizyonunda insana yansıtır. Bu bir anlamda biteviye uzanan monoblok ruhsuz binalardan oluşan şehirlerde yaşamaya mahkum modern insanın içinde bulunduğu ruhsal depresyonuna da bir açılım, hayli hayli bir manifestodur belki de.

Eski evlerdeki cumba ve kafeslerin, dışarıdaki ışığın içeriye süzülüp sakinlerini gözlerden uzak tutması ama içerdekilerin dış ortamı görebilmesi gibi, Devrim Erbil, modern insanın hapsolduğu global beton agorayı kendi kafesinin dış görüntüsü olarak çağımız insanı ile yüzleştirerek yorumunu insanlığa sunmaktadır.

1991 yılında Devlet Sanatçısı olan, geçen yıl Cumhurbaşkanlığı büyük sanat ve kültür ödülüne layık görülen ve uzun yıllar Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ile Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde görev yapan Prof. Dr. Devrim Erbil, resimleri, vitray, seramik ve mozaik çalışmaları ile yaşamın anlamını daha iyi kavramamız için kişiliğinin zenginliğini ve birikimlerinin derinliğinin üzerine ruhsal duyarlılığının yüceliğini de katarak özgün eserlerine can veriyor.

Devrim Hoca’nın Primera temalı sergisi 30 Nisan’da Alaçatı The Stay Warehouse Hotel'de açıldı. 15 Haziran’a kadar izlenebilecek sergi için 0 546 502 62 88 no’lu telefondan rezervasyon yapılması gerekiyor. Devrim Erbil’in kısa bir retrospektifini izleyebileceğiz serginin küratörlüğünü Renk Erbil yapmış, yağlı boya eserler dışında pleksi heykeller, halılar ve diğer eserler de görülebilir. Ayrıca eserlerin konumlandığı mekan da çok özel bir mimari. Eski bir içecek deposu, dönüşüm mimarisi için örnek bir esere evrilmiş, bir anlamda eski ve ölmekte olan bir yapı için kardiopulmoner resussitasyon yapılarak hayata sanatsal bir dokunuşla kazandırılmış. Tüm malzemeler demonte ve geri dönüşümlü olarak tasarlanmış, 1000 yıllık zeytin ağaçları, 100-150 yıllık eski tuğlaları ve doğu Karadeniz’in terkedilmiş yüzyıllık evlerinin ahşapları ile donatılan bina, İzmir için mimari gezi destinasyonlarından birisi olmaya aday. Mimari projenin sahibi Us Mimarlık’ı tebrik ederiz.

Tüm okurlarımı Devrim Erbil sergisini görmeye davet ediyorum. Yaşamın anlamına yönelik özgün bir perspektif, özel bir mimari strüktürde, sizleri hayatın tüm sıkıntılarından bir süre de olsa azat edecektir.