Hikmet Çiçek. Yüzünde o ağır başlı, mahallemizin bilgin ağabeyi edasıyla geldi yine. Eflatun tişörtünün çok yakışmış olduğunu söylediğimde "kızımın hediyesi" dedi gülerek. Kızlar, oğullar... Bu davanın belki de en yaralıları.
Sohbetimiz onun öngörüleri ağırlıklıydı. Anayasa Mahkemesi'nin kararına ilişkin olarak " 12 Temmuz'da karar verilecek. Anayasa Mahkemesi kararı tahliye kararı çıkarabilir" dedi. (Lakin bu satırlar yazılırken gelen son dakika haberi aksini söylüyordu. Ergenekon davasına bakan mahkeme heyeti, yapılan başvuruları; tüm tutuklu sanıkların tahliye taleplerini reddetti.)
Hikmet Çiçek devam etti. "Bu işin sonuna geldik. Bu terazi artık bu sikleti çekmiyor. Buradan kesinlikle çıkacağız. Bir yıla kalmaz Ergenekon Davası tutuklularından kimse kalmaz. 5 Ağustos çok kalabalık olacak. Mahkeme kararı bir gün erteleyebilir. Son duruşmada bulunmayan İlker Başbuğ gibi bir kaç sanık var. Son söz sorulmak zorunda. Son sözler alınıp erteleme yapılabilir. Bu davada 64 müebbet isteniyor. Bu çok yüksek bir sayı. Bu sayıyı azaltırlar diye düşünüyorum."
'Ergenekon'un Gizli Tanıkları' kitabını yazan Hikmet Çiçek üç kitap hazırlığında olduğunu söylüyor. Bu kez Ergenekon'un İhbar Mektupları'nı kaleme alıyormuş. Diğer kitabında medya tarafından en çok karalandığını söylediği Veli Küçük'ü konu edecekmiş. Üçüncüsü biyografik bir kitap. İttihatçıların ünlü liderlerinden Dr. Nazım ile ilgili.
Cezaevinde olmak, tutuklu olmak şarkının söylediği gibi kaleme tedbir koyamıyor. Silivri'den tarihe kayıt kütüphane dolusu kitap çıkıyor. 5 Ağustos'un önemini o da vurguluyor. "Çok kalabalık olacak" diye yineliyor. Gezi Parkı'nı,

Gündoğdu'yu kastederek " bizim evlatlarımız çadır kent kursunlar" diyor. Gezi Parkı Direnişi'nden net bir sonuç çıkarıyor Hikmet Çiçek. "Birleşin."
Kimin suçlu olduğuna halk karar verecek.
Ekim ayında dördüncü yılını bitirecek Deniz Yıldırım. 26 yaşında girdiği Silivri'de 30 yaşını sürüyor. Saçları ağarıyor. Oğlum düşüyor aklıma. Deniz'in cezaevine girdiği yaşta olan oğlum. Annesini soruyorum. "Hala her hafta Isparta'dan geliyor mu?" Artık ayda bir sadece açık görüşe geliyormuş. İçi el vermiyor annesi yollarda çok yoruluyor diye.
Deniz Yıldırım'a göre, "5 Ağustos'ta herkese ceza çıkacak. Ceza vermeye mahkum bir heyet. Böyle bir davada hakimin yerinde olmak istemem. Kimin suçlu olduğuna halk karar verecek."
Gezi olaylarını gözünü kırpmadan izlediğini söyleyen Deniz "Penguen belgeseli yayınlarda görev alan biri olmaktansa burada olmayı yeğlerim. Bedeli buysa öderim" diyor.

Adalet ancak arkasında bir halk hareketi varsa oluyor.
Turhan Özlü Silivri 1 Numaralı Cezaevi'nde kucaklaştığımız son meslektaşımız. O da her zamanki gibi şık, bakımlı. Meslektaşları olarak yaptığımız ziyaretler için teşekkür ediyor. " Bizi hiç yalnız bırakmadınız. Sizlerin ziyaretleri bize moral veriyor. Diğer tutuklular biz gazeteciler kadar şanslı değil. Onları sadece aileleri ziyaret ediyor" diye ekliyor.
5 Ağustos karar gününün çok önemli olduğunu o da yineliyor. "Türkiye şu an iyi gidiyor. Burada yapılan adaletsizlik insanları isyan ettiriyor. Bütün bu tepkiler toplumun adalet isteği" diyor.
Gezi Parkı sürecinde televizyon başından ayrılmadıklarını, oğlunun da direnişe katıldığını, Gazdan Adam Festivali'ni yedi saat boyunca yerinden kalkmadan büyük bir ilgiyle izlediğini anlatıyor Turhan Özlü. Halkın önemini bir kez de o vurguluyor. "Adalet ancak arkasında bir halk hareketi varsa oluyor."

1 Numaralı Cezaevi'nden 5 Numaralı'ya gitme vakti. Son ziyaretimiz Zonguldak Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal'a olacak.
Ama daha kapıdan çıkar çıkmaz güvenlik bölümünde önce Tuncay Özkan'ın eşi, kızı daha sonra da Mustafa Balbay'ın eşi ve tutuklandığında henüz emekleyen oğlu Deniz'le karşılaşıyoruz. Elinde yeşil ejderhasıyla koşuşturuyor. Aklıma Balbay'ın 'Zulümhane' kitabında yer alan o hiç unutamadığım yazısı geliyor. 'Sevdiğinize Koşarken Hiç Cama Çarptınız mı?' Orada şöyle diyor Balbay; "Bir kişiyle ilgili tutuklama kararı veren yargıç aslında bu kararı bir aile için vermiş oluyor. Tüm ailenin yaşamı tutuklu hale geliyor. Rıfat Ilgaz'ın şiirlediği gibi; içerdeki içerde mahzun, dışardaki dışarda..."

Hava Temmuz'a yakışmıyor. Yağmur başlamış, rüzgarın şiddeti artmış, bulutlar iyice kararmış... İçerde yedi saat geçmiş nasıl geçtiğini anlamadan.
1 Numaralı Cezaevi'nde yaşamadığım bir sorunla karşılaştım. 5 Numaralı'nın güvenliğinde giysilerim ötmeye başladı. Sorun giderilemeyince de Sayın Haberal'ı ziyaretten mahrum kaldım. Arkadaşlarımı beklemek üzere de dışarı çıktım.
Burada bir saat kendimle kaldım. Bahçedeki salkım söğütün yerlere uzanan yapraklarının arasından esen rüzgar yüksek duvarlara çarparken deniz sesini çağrıştırıyordu. Gözlerimi kapadım. Balıkçı kayıklarının motor sesi eksik diye düşünürken tellere takılan bir poşet “pata... pata... “ ses çıkarmaya başladı...
Dilime Bedrettin Destanı düşüverdi...
Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.

Misket DİKMEN
Temmuz 2013