Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve onun göreve getirdiği, AKP’nin de, iktidarın da başına tayin ettiği Ahmet Davutoğlu’na birkaç soru sormak istiyorum.

17-25 Aralık olmasaydı…

Savcılar, polisler peşinize düşmeseydi…

Çoluk, çocuk kayıt altına alınmasaydınız.

Bu kayıtlarda ayakkabı kutularından sıfırlamaya, 700 bin liralık kol saatinden evdeki para sayma makinalarına, kasalara kadar görüntülü kayıtlar ortaya dökülmeseydi…

“Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısını söyleyecek, Türkçe Olimpiyatları’nda stadyumları dolduran insanların gözünün içine baka baka, gözyaşı döke döke, “Hocam seni çok özledik” diye nağmeler yakacak mıydınız?

Geçmişte önemli görevlere getirdiğiniz ve Türkiye’nin aydınlarının, gazetecilerin özel yaşamlarını gözaltında tutan, aile içi görüşmelerine kadar kayıt altına alan polisleri tutuklayacak mıydınız?

Bir dönem davanın savcılığına soyunduğunuz ve insanların sahte delil, yalancı ve gizli tanıklarla yıllarca cezaevinde yatmalarına neden olan çetelere göz yumarken, bu davanın savcısı olan şahsa da özel zırhlı araç tahsis eden siz değil miydiniz?

Çok geriye gitmeyelim. 16 Haziran 2013 günü İstanbul Olimpiyat Stadı’nı dolduran binlerce insana konuşma yaptınız. Neredeyse kanalların tamamı bu yayını canlı olarak verdi.

“Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum” dediniz…

Bu konuşmanın tamamını yazmama gerek yok, dileyen Google üzerinden bu konuşmaya kolaylıkla ulaşır ve sabrı yeterse sonuna kadar dinler.

2013’ün Haziran’ında en kalbi duygularla selamlananlar ve bağıra basılanlar nasıl oldu da aradan 6 ay geçtikten sonra değişik sıfatlarla suçlanır oldu?

Kardeşleriniz birdenbire “Haşhaşi… Paralel… Casus… Hain…” oldu ve zulüm, eziyet dönemi onlar için başlatıldı. Sürgünler, görevden almalar, meslekten atmalar yetmedi. Tutuklamalar, yargılamalar başladı. En kalbi duygularla selamladıklarınız “Terörist” oldu, önünde her daim saygıyla eğildiğiniz hocanız “Terörün başı” oldu.

O konuşmanızda çok da önemli bir mesaj vermişsiniz, satır aralarını okumak ve olayı daha iyi yorumlamak bugünlerde daha kolay oluyor.

“Gönül mücadelesi zordur, o yolda fitne tuzakları vardır, şeytan tuzakları vardır. Biz işte tüm bu tuzaklara karşı uyanık olacağız, aldatan da aldanan da olmayacağız. İpi bırakanlardan, umudunu yitirenlerden asla olmayacağız.Bizim millet olarak en değerli hazinemiz emin olun kardeşliğimizdir. Bugüne kadar ne kazandıysak kardeşlikten kazandık. Kardeşlik hukukumuza inşallah gölge düşürmeyeceğiz” diye konuşmuşsunuz.

Benim kafama takılan bir cümlenin bugün sizin tarafınızdan daha açık anlatılmasıdır. O cümle de şudur:

“Bugüne kadar ne kazandıysak kardeşlikten kazandık. Kardeşlik hukukumuza inşallah gölge düşürmeyeceğiz.”

Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Bakanlar bugüne kadar ne kazandılarsa kardeşlikten kazanmışlar. Seslendiği kesimde yer alanlar da “Yetki”, “Görev”, “Atama”, “KPSS’den torpil ve jet hızıyla atanma”, tüm kurum ve kuruluşlarda en yetkili yerlerde üst düzey yöneticilik, korunma, kollanma gibi pek çok ayrıcalıktan nasiplenmişler.

Bunu ben demiyorum ki, bizzat Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç söyledi, tüm ilişkileri tek cümleyle özetledi, “Ne istediler de vermedik”, dedi.

Şimdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve onun tayin ettiği Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun cevaplaması gereken soruyu soruyorum ve yazıya noktayı koyuyorum:

  • Paralel, hain, casus, haşhaşi dedikleriniz kişiler 17-25 Aralık olmasaydı. Yolsuzluklar, paralar, kasalar ortaya dökülmeseydi, özetle yakalamadan üstünü örtselerdi, seçim şarkınız yine “Beraber yürüdük biz bu yollarda” olur muydu?
    Düzenle