11 Ocak Cumartesi.

İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin önemli bir organizasyonunun yürütücülerindenim.

Salonda yaklaşık bin davetli var.

Dışarıda hava buz gibi.

Törenlerin ardından sanatcı Evrim Ateşler’in müthiş keyifli konseriyle içerisi sıcacık.

Gecenin tatlı yorgunluğu ile eve baygın uyumaya ramak kalmış halde gidiyorum.

E artık adetten, son bir sosyal medya turu yapmak lazım.

Birden beynimin içine bir vida acısı çakılıyor. Döndükçe dönüyor.

Çeşme açıklarında batan bir mülteci teknesi ve 8’i çocuk 11 ölü. Ya hava buz gibi.

Burnumuzun dibinde yaşanan acıya bak!

Ayaklarımı yere vura vura isyan ediyorum.

Batsın sizin dünyaya medeniyet satan Avrupalı tavrınızla başlıyor, Ortadoğu kahramanlığı uğruna sistemsizliğin acısını zavallı insanlara yükleten siyasi politikalara kadar düz gidiyorum.

Yeni değil, ilk değil, son değil!

İzlemeye devam mı edeceğiz? Aylan Bebek kazınmıştı hafızamıza, sahi ne kadar geçti?

Sonrasında Suriyeli Mülteciler Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed Salih Ali’nin yanındayım.

“Çocuklar için geldim” diyorum Başkan’a.

‘Avrupa daha çok mülteci alsın, Suriye’ye teşvik edilerek geri dönsünler’ gibi tekrarlamaktan yorulduğumuz beklentilerin çözüm vermediği açık.

“Gözlemlerinize dayanarak söyleyin ve birlikte sesimizi yükseltelim. Gitmek için ölümü göze alan daha ne kadar aile var?”

“Aslında gitmeyi düşünenlerin sayısı çok azalmıştı” diye anlatıyor Salih Ali Başkan.

Ancak yaklaşık altı aydır durum farklılaşmaya başlamış. Başkana göre en önemli neden; artan nefret ve ayrımcı söylem. Bu söylemin Suriye’ye dönemeyen aileleri, Avrupa’ya gitmeyi göze almaya mecbur bıraktığını söylüyor:

“Ispanaktan zehirlenmeyi bile Suriyelilere bağladılar. Davranışlar sertleşti. Politikalar bariz değişti. Aileler yarınım nasıl olacak demeye başladı. Her olumsuzluğun nedeni Suriyeliler tavrı katlanarak arttı.”

***

‘Bu gelişin başı doğru değildi ki, devamı doğru gelişsin’ düşüncemi Muhammed Başkan da paylaşıyor: “Düzensiz ocaklama oldu. Sınırlardan geçenler kontrol edilmedi. Antep’ten İstanbul’a, İzmir’e herkes bilinçsiz geldi. Kimse siz nereye gidiyorsunuz demedi. Sığınmacı politikası hala kentlere göre farklı. Başlarda ucuz işgücü olarak Suriyelilere iş verilirken, son zamanlarda politikacıların yaptığı açıklamalar ayrımcılığa yol açtı. İşverenler geri çekildi, işi olanlar yok denecek kadar azaldı.”

Gerekçelere girersek başlı başına araştırma konusu ki; gazetemiz 9 Eylül geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin tek ‘Sığınmacı/Mülteci’ özel sayısını yayınlayan gazete olmuş, geniş analizlere yer vermişti.

Şimdi sadece çocuklara nasıl sahip çıkarız ona bakalım istiyorum.

İzmir’de kayıtlı 145 bin, kayıt dışı ile birlikte 250 bine yakın Suriyeli bulunduğu belirtiliyor. İlköğretime giden çocuk sayısı 45 bin.

Dernek Başkanı Salih Ali, okula gitmeyenler, kayıt dışılar olanlarla birlikte 0-15 yaş grubunu 90 bin olarak tahmin ediyor ve İzmir’de Suriyelilerin önemli kısmının aileleriyle yaşadığı, bekarların sayısının yüzde 10’u dahi geçmeyeceği bilgisini veriyor. Yaşanan yoksulluğu ise Başkan şöyle bir örnekle anlatıyor:

“Derneğimize 25 ton kömür getirildi. Çok yoksul olanları seçtiğimizde aile başına sadece 5 çuval düşmedi. Kışın bu soğuğunda tir tir titreyen aileler var.”

Sonuç? Sokaklarda.

Asıl muhataplarımız bizi buluyor.

Ahmet’e Yunus, ona Mehdi ekleniyor. Etrafımıza halka oluyorlar. Hepsi pırıl pırıl çocuklar ve istisnasız tümü rehber. Ailelerine tercümanlık yapıyorlar. Dördüncü sınıfa giden dünya yakışıklısı Ahmet evine götürüyor bizi. İki katlı bir evin bodrum katında geniş bir aile. Ahmet’in daha otuzunda bile olmayan annesi gözlerimi yaşartacak kadar güler yüzlü, pozitif. Yoksulluğun sorun olmadığını, bombalar sofraya düşünce yaşadığı korkunun üzerine hiçbir şeyin geçemeyeceğini anlatıyor.

Genç kadın Avrupa’ya gitme konusunda ise “asla çocuklarımı o tehlikeye atmam” diyor:

“İzmir’de kalmak istiyoruz, alıştık zaten.”

Ahmet okulundan memnun olduğunu, arkadaşlarından farklı bir davranış görmediğini, sadece okulun karşısında borçları biriken bakkal nedeniyle okula gitmekten çekindiğini söylüyor.

Gerçek şu ki; valilikler ve Göç İdaresi ellerindeki envanteri Büyükşehir Belediyesi ile paylaşmıyor, ilçe belediyeleri semtlerinde yaşayanlardan habersiz. Ortak bir kayıt ve çalışma yok. Çorba dağıtımlarıyla yardım yapmak yerine, kollektif bir envanter ve çocuklara yönelik özel bir destek şart.

Valiliğin kişi başı aylık 120 TL verdiği para (kimliği olanlara) ile bu insanların dip yoksulluktan kurtulmaları imkansız.

18 yaşından büyüklerle ilgili politikalarınız ne olursa olsun çocuklar için kucaklayıcı, kavrayıcı, kahreden yoksulluktan kurtaran çözümleri ülke üretemiyorsa, kentler üretmeli.

Bu yaklaşımlar belki aileleri de ölümü göze almaktan vazgeçirir.

‘Böyle yaparsak hiç dönmezler’ diyenler nefret politikasının bir parçası olduklarının umarım farkındadırlar. Ülkeleri savaştan arındığında ailelerin en az yarısı geri dönmeyi düşünüyor. Ahmetlerden sonra Türkmen asıllı Suriyeli bir aileye uğruyoruz. 12 çocuk tek göz oda.

Çocuklar yalınayak ya da terlikli ama dertlerini iyi anlatıyor. Anneleri, ablaları Türkçe bilmezken onlar şakır şakır konuşuyor. “Biz burayı seviyoruz abla, gitmeyiz” diyorlar.

“Gitmeyin” diyorum, “Sakın gitmeyin”.

Ya ülkenize dönün ya da kalın burada.

Kimse sizi soğuk sulara sürüklemesin!.

Eğer sizlere de bakamayacaksak, o sıcak yataklarımız bize haram olsun.