Bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

hatta bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,

duyulacak mahzunluğu şimdiden.

Böylesine sevilecek bu dünya

"Yaşadım" diyebilmen için...

Bazen en zor anlarda, öyle yüreğin sıkışmışken nefes almakta zorlanırken adım atmaya mecalin yokken bir şiirin dizelerine sığınırsın. Nazım’ın Yaşamaya dair şiiri de o sığınağımız olan şiirlerinden biridir.

Koskocaman bir dünyada yaşadığımızı düşünürken covid19 denen miniminnacık bir canavar o kocaman dünyayı bir ceviz kabuğuna çevirdi. Etrafımıza öyle sınırlar çizdi ki o çizginin dışına çıkamadık, çizgiyi aştıkça korktuk. Elimizi kimseye uzatamadık. Kucak dolusu sarılamadık. Dünya o meşhur maskeli balosahnesine döndü. Pandemi sınırları sildi, coğrafyaların arasına ulaşılması zor görünmez mesafeler koydu.

Maske modası aldı yürüdü. Bir sokağın köşesinden dönen dönen Batman’in Joker’in kurnaz gülümseyişi yanıbaşımızdan geçerken yüzünün yarısını minik papatya tarlasıyla kapatan bir kız çocuğunun çığlığı ile bakışlarımoraya çevrildi. Sokaklar, caddeler, mağazalar, toplu taşıtlar, vapurlar bir çift gözlerle doldu ve sahte dudaklarıyla gülümsediler. Kızdırdılar, korkuttular, güldürdüler…Yüzümüzün yarısını kaybettik, yanımızdan geçen kırk yıllık dostları tanıyamaz olduk. Distopya bile diyemediğim, bir isim bulamadığım bu zamanın hikayesini yazar mıyım, yazabilir miyim şimdilik bilemiyorum. Ben yine yıllar öncesinde geçen bir hikayeye doladım kendimi. Tam bunları düşünüp yaşadığım bu zamandan geriye dönmeye çalışırken. O ceviz kabuğu o uçsuz bucaksız zifiri karanlıkta yuvarlanıverdi…Her şey sarsıldı… Kendilerini kitaplıktan teker teker yere attılar… İlk düşen MadanBovaryoldu “Yıllarca benim hayatımın en gizli ayrıntılarını bildiniz, yargıladınız, otopsimi yaptınız. Halbuki aranızda dolaşan Bovaryleri görmediniz der gibi.” Hemen yanına düşen Raskolnikov “Bu sizin suçunuzdu cezanızı çekeceksiniz” diyordu sanki. Woolf’un kendine ait odasının duvarları çökerken gözlerimin önünde, ben annemi bırakıp kaçamıyor, yuvarlanan ceviz kabuğunun içinde dönüp duruyordu başım. Mavi kadifedeki o yıldız zerresinin ışığına tutundum, tutunmaya çalıştım, tutunamadım. Ceviz uçsuz bucaksız karanlığın bir köşesine çarptı ve durdu.Bense yazmasam deli olacaktım. Sadece aklımı korudum o kadar. Halbuki korumak istediğim ne çok insan vardı. AkakiyAkakieviç paltosuna kapanmış masanın ayakları dibine çökmüştü. Gregor Samsa bulduğu ilk delikten içeri kaçmış kendini güvende hissedebildiği yere sığınmıştı.

O daralan, küçüldükçe küçülen dünyanın içine sıkışmıştık hepimiz. Artık seslerimizi de maskelemiştik. Dünya soğumuştu işte, dünya otuz yedi saniye boyunca buz kesmişti. Ölü bulutlar çökmüştü üstümüze. Şimdi bunun acısını çekmeye başlamıştık.

Acılar daha mı derin bakmamızı sağlıyor. Bir yanımız acıyınca mı acımayan tarafımızın kıymetini biliyoruz bilmiyorum. Kıymetli dediğimiz her şeyi birkaç saniye içinde yitirmek var halbuki. Sınırlarınızı istediğiniz kadar genişletebilirsiniz neye yarar. Dünya kadar mal edinebilirsiniz neye yarar. Neyin neye yarayacağını bir düşünsek mi? Değerli sandığımız boşlukların içinde kaybettiğimiz zamanları bir düşünsek mi? Sahip çıkılması gereken tek şeyin sevgi olduğunu bir gün farkedebilecek miyiz. Bir ağacı, bir kuşu, bir taşı, bir çiçeği… Belki de bir insanı sevmekle başlayacak her şey, o insanla birlikte bütün dünyayı sevebilecek miyiz? Sorular, sorular, sorular… Önemli olanın cevaplar değil sorular olduğunu fark ediyorum. Daha çok soralım, daha çok şaşıralım, daha çok korkalım. O kadar çok korkalım ki kollarımızı kocaman açıp dünyaya sarılalım. Çok canını yaktık onun, hiç acımadan beton örtülerin altında nefessiz bıraktık. Yolup attık akciğerlerini, gökyüzüne uzanan küçük kulübelerin, taş duvarların içine gönüllü hapsettik kendimizi. Belki de şimdi oralardan çıkma zamanı. Hazır ağzımızı maskelerle örtmüşken gözlerimizi daha çok açma zamanı.

Balkondaki saksıda büyüyemeyen zeytin ağacı devrilmemiş. Şimdi onu alıp dikmek lazım bahçeye öyle çocuklara falan kalsın diye değil ölümden korktuğun halde ölüme inanmadığından yani yaşamak ağır bastığından….