“Yenik düşüyor her şey zamana / Biz büyüdük ve kirlendi dünya” demiş ya Murathan Mungan Telli Telli şiirinde. Şiirini bugün yazsaydı kim bilir neler derdi.

Ben de; “Kızıl Deniz kırmızı / Karadeniz siyahtı / Bembeyazdı Akdeniz / Toz pembeydi dünya henüz / Ne güzeldi çocukluğum.” demişim Çocukluğum şiirimde.

Bizim çocukluğumuzda; Namaz kılanın önünden geçmek ayıptı. Şimdi bazı namaz kılanların önünden geçmek tehlikeli.

Ne bileyim?

Anıtkabir’de bir partinin genel başkanı için slogan atmak kimsenin aklına bile gelmezdi. Evlerdeki mevlütlerde okunan bütün dualardan bile Gazi Mustafa Kemal Atatürk de nasibini alırdı. Şimdi 30 Ağustos'tan 1 gün önceki Cuma hutbesinde bile Atatürk’ün adı geçmiyor.

Ne bileyim;

Bütün partilerin liderleri açık oturumlara çıkarlar, aynı sorulara, eşit koşullarda cevap verirlerdi, örneğin...

Örneğin; Siyasi Parti Genel Başkanı sıfatı ile sabah rakiplerine istediği kadar hakaret edip, öğleden sonra Cumhurbaşkanı kimliğine bürünerek, verilen cevaplara karşı Cumhurbaşkanına hakaret davası açan Cumhurbaşkanımız yoktu.

****

Temel,  ayrı yaşadığı  karısı Fadime'ye doğum gününde bir mektup atmış. Mektubu açan Fadime içinden boş bir mektup kağıdı çıktığını görünce soluğu mahkemede almış ve hakaret  davası açmış. Hakim; “İyi de kızım!” demiş “Bu boş mektubun neresinde hakaret var?”

“Siz onu pilmezsinuz hakim pey!” demiş Fadime “Pen o şerefsizun poş mektubu zarfa koyarken neler düşündiğunu, ne demek isediğinu çok iyu pileyrum.”

Hakim Temel’e dönüp sormuş “Ne demek istedin?”

“Ne demek isteyeceğum Hakim Bey?” demiş Temel “Pen her şeye poş verdum. Sen da poş ver de paruşalum Fadume demek istedum!” (Ulvi Puğ fıkrasıdır.)

***

Gazeteci Sedef Kabaş bir televizyon programında söylediği sözlerden dolayı önce gözaltına alındı sonra tutuklandı. Sözleri şu; “Çok meşhur bir söz vardır. Taçlanan baş akıllanır diye. Ama görüyoruz ki gerçek değil. Ya da tam tersi bir söz vardır. Büyükbaş hayvan bir saraya girdiği zaman o kral olmaz. Saray ahır olur.”

Hemen Fadime gibi; “Siz onu bilmezsiniz. O sözleri söylerken biz neyi ve kimi kastettiğini çok iyi biliriz!” diyerek tutuklayıverdiler gazeteciyi. Ben kimi ya da neyi kastettiğini tartışacak değilim. O yargılamayı yapacak mahkemenin işi. Ama tutuklamayı tartışırım. Bir hukukçu olarak bizim bildiğimiz iki temel tutuklama sebebi vardır;

1 - Delillerin korunmasını sağlamak.

2 - Şüpheli veya sanığın kaçmasını önlemek.

Burada suç konusu olay bir televizyon konuşması. Yani birinci şartın gerçekleşmesi asla mümkün değil.

Peki siz, Sedef Kabaş’ın bu sözünden dolayı her şeyini bırakıp yurtdışına kaçacağına gerçekten inanıyor musunuz?

Yoksa filli olarak tutuklama sebeplerine iki tane daha mı eklendi?

1 - Sayın Cumhurbaşkanımıza yalakalık.

2 - Her türlü muhalefeti sindirme.

En sevdiğim düşünür Fa-Lanca (Yazıldığı gibi okunur); “Akıl ve Azimden, erdemleri çıkarırsanız geriye hırs ve kurnazlık kalır!” demiş.

Galiba Türkiye’de de her alanda hırslı ve kurmazlar egemen olmaya başladı. Murathan Mungan’ın dediği gibi; biz büyüdük de dünya mı kirlendi, yoksa bir kişinin yetkileri çok büyüdü de bizim özgürlük alanlarımız mı küçüldü, orasına siz karar verin.

Söylenen söz bir atasözü.

Ben olsam bu sözden dolayı incineceğime şu istatistikten utanırdım. Türkiye’de Cumhurbaşkanlarına hakaretten dolayı açılan dava sayıları;

Erdoğan: 38 bin 581

Abdullah Gül: 848

Kenan Evren: 340

Turgut Özal: 207

Ahmet Necdet Sezer: 163

Süleyman Demirel: 158

Tescilli diktatör Kenan Evren’e hakaretten açılan dava sayısı bile sadece 340. Bir istatistik daha; Türkiye Basın Özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 153. sırada.

Hukuk mu dediniz?

Türkiye Hukukun Üstünlüğü Endeksinde de 139 ülke arasında 117. sırada. Yani, ben Cumhurbaşkanı olsam asıl bu istatistiklerden dolayı utanır, incinirdim.

İçimden; “Zulmün artsın padişahım!” demek geliyor ama artık atasözlerini kullanmak da tehlikeli.

En iyisi zararsız bir atasözüyle bitireyim bu haftaki yazımı. Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı, derler ya... Yeni Türkiye’niz buysa sizin olsun!

Ben “Çocukluğum” şiirimde anlattığım eskisini istiyorum. Bu BamBaşkanlık sistemiyle değil, bütün liderlerin eşit koşullarda açık oturumlara katıldığı Parlamenter Sistemle yönettiğimiz Türkiye’yi.

Hangi dinden, hangi mezhepten olursa olsun ibadetini yapana; “Allah kabul etsin” ne marka olursa olsun içkisini içene; “Afiyet olsun!” dediğimiz Türkiye’yi.

Laz komşumuzla horon vurup, Kürt komşumuzla halay çekip, hep beraber zeybek oynadığımız. Ama yöresel ezgiler susupta İstiklal Marşımızın müziği çalmaya başladığı zaman; hangi dinden, hangi etnik kökenden, hangi siyasi görüşten olursak olalım, hangi şiveyle olursa olsun hep bir  ağızdan tek bir yürek olarak İstiklal Marşımızı olduğumuz.

O, ESKİ TÜRKİYE’Yİ.