Kaçınız, yarın “Yerli Malı Haftası” başlangıcı olduğunu anımsıyor?

Oysa bir zamanlar neler yapardık?

Evden “yerli” olan ürünler getirirdik ve sınıfta öğrenerek “birlikte” tüketirdik.

Neydi bu yerli malı haftası millet?

“Yerli Malı Haftası, 12-18 Aralık tarihleri arasında Türkiye'de tüm okullarda kutlanan hafta. II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ekonomik darboğazın ardından yabancı ülkelere para akışının önünün kesilmesi ve toplumsal tutum bilincinin oluşması amaçlanmıştır. Bu amaçla zamanın başbakanı İsmet İnönü 12 Aralık 1929'da yaptığı konuşmayla yerli malı kullanmanın ve tutumlu olmanın öneminden bahsetti. 1946 yılından itibaren Yerli Malı Haftası olarak kutlanmaktadır. 1983 yılında adı Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası olarak değiştirilmiştir. Hedefi, yerli mallarının tüketiminin artmasıdır. Bu hafta süresince tutumlu olmanın, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın önemi anlatılır.”

“Yerli malı” önemlidir Anadolu için aslında. Ve özellikle de son iki yüz yıl içinde, koca imparatorluğun yerle yeksan edilmesinin altında “yerli malı” farkındalığının olmadığını anlamadık hala!

Yerli malı vurgusunun ilk yapıldığı zamanın önemli insanlarını da unuttuk gitti...

Örneğin yakın tarihimizde bir “Kara Kemal” vardır. Bu ismi de Kemal Tahir olmasaydı çoktan unuturduk ya, “Kurt Kanunu” romanı TV dizisi yapıldığında farkettik belki de. O roman da Atatürk’e “İzmir Suikastı” temalıydı ama, satır araları Kara Kemal’in “İaşe Nazırlığına” vurgularla doluydu.

İttihat ve Terakki’nin” ülkeyi batırdığı kadar, amaçladığı “yerli fikirleri” de hatırlamak lazım aslında.

Kimdi peki bu Kara Kemal?

Kara Kemal, batıştaki Osmanlı’nın, iktidardaki partisinin “Küçük Efendisiydi”. Efendinin büyüğü de Talat Paşa’ydı.

Teşkilat-ı Mahsusa’dan, Karakol Cemiyeti’ne sıkı bir istihbaratçıydı ve özellikle de İngilizleri çok korkuturdu. Bu “İngilizler” lafımı unutmayın, zira ileride sizin kafanızı bu konuda çok karıştıracağım. Özgür ve ulusal tarihçiliğinin yolunun “İngiliz tantunculuğunun” fark edilmesine bağlı olduğunu hala anlayamadık.

Kara Kemal Bey, özellikle Düyun-u Umumiye denen sinsi ve şeytani örgütün, Osmanlı Devleti’ni tamamen batışı pahasına sömürdüğünün farkındaydı. Esasen İttihat Terakki içinde “yerli malı” düşüncesinde bir mefkurenin de olduğunu ve bu mefkurenin ilerinde Cumhuriyet’in “ekonomi” düşünesine etki ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Kara Kemal Bey yani “küçük efendi” İaşe Nazırlığı makamını öyle bir “yerlici” değerlendirdi ki, buna en bozulanlar içerideki “hain iş birlikçilerle” yabancı elçiler oldu. En çok da İngiliz emperyalizmi!

Kısaca yazayım, isteyen araştırsın.

Halkın ekmek ihtiyacının karşılanmasından tutun, esnafın örgütlü toparlanmasına, “Milli Mahsulat Şirketi’nden” tutun, yerli üretimin teşvikine, İstiklal Harbi sırasında Anadolu’ya silah ve insan kaçırılmasına kadar Kara Kemal hep mücadele içindeydi. Tek kabahati “İttihatçı damarının” hep atmasıydı ki, İzmit’te Mustafa Kemal Paşa’yla görüşmesine rağmen galiba “komitacılıktan” için için vazgeçmedi ki, sonu pek üzüntülü oldu. İzmir Suikastı davasında gıyabında idam cezası verildi, kaçaklığında ise İstanbul’da bir tavuk kümesinde tam yakalanacakken silahla intihar etti.

Ama Kara Kemal, batan bir devletin “batış nedenini” teşhis etmiş, önlemler almaya çalışmış ve kısmen başarılı olsa da kendini makus talihinden kurtaramamıştı. İttihatçılığın ödünsüz mensubiyeti, onca başarısına rağmen Kara Kemal’i de harcamıştı.

Kanlı işgal yılları, ardından onurlu bir kurtuluş. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yepyeni bir devlet, yeni toplum kriterleri, yurttaşlık bilinci, kulun kula kulluğunun yıkılması, bilimin ve insanlık değerlerinin farkındalığı. 1923’te “her şey güzeldi de” güzel olmayan Anadolu’nun “yoklarıydı”. Aslında “ne vardı ki” de diyebiliriz, çünkü gerçekten yoktu. Devlet vardı yepyeni, dipdiri ama teşkilatı? Hastane, okul, fabrika, yol, köprü, ekonomi...

Cumhuriyetin kurucu kadrosu Lozan’da o tehdit mesajını almıştı sömürgeci İngiliz’den.

Ne demişti İngiliz Curzon? “Yarın harap bir memleketi imar etmek için önümüzde diz çökeceksiniz. Bizden yardım istediğiniz zaman, bugün reddettiklerinizi birer birer çıkarıp önünüze koyacağım.”

İşte bu sözler nedeniyle hem Osmanlı’nın borçları ödendi yıllarca hem de bir kuruş borç alınmadı emperyalizmden! Bu durum bile “yerli malı” kavramını güçlendirdi. Mustafa Kemal’in sağlığında, hele de İzmir İktisat Kongresi’nde hem de daha Lozan imzalanmadan, Cumhuriyet ilan edilmeden tüm dünyaya haykırıldı “Milli Ekonomi” hedefini.

Bu kadar mı yabancılaştık şimdi?

Ne haftasından bahsediyoruz ki?

Bankalar yabancı!

Sigorta şirketleri yabancı!

Alışveriş merkezleri, marketler hep yabancı!

Topraklarımız bile “çaktırmadan” yabancılaşmıyor mu yani?

Ne kaldı ki başı dik, alnı açık bağımsız Cumhuriyetimizden?

Hani nerede Sümerbank?

Hani nerede Etibank?

Nerede Cumhuriyet kazanımı fabrikalar?

Zeytinliklere bile göz koymuş sinsi kefere.

Bugün çocuklarımız yeterince biliyor mu zeytini, üzümü, inciri, pamuğu, buğdayı, kestaneyi, cevizi… Artık dünyanın “kendi kendine yetebilen 7 ülkesinden” değiliz ki! Pamuğu, buğdayı falan da ecnebiden almıyor muyuz?

Biliyor mu ki “yerli malı” diyebilsinler?

Kaç tane kuruluş kaldı harbi yerli?

Cumhuriyetin fabrikalarını önce “arpalık” yaptılar…

Sonra “bunlar arpalık oldu” deyip üç paraya sattılar…

Keşke şu anda “iktidar” olanlar “sığ” ve “yersiz” gündem yaratmak yerine tarihe ama “fesli” olmayan tarihe baksalar. Hem kendileri hem de Türkiye Cumhuriyeti için ne müthiş bir hayır olurdu.

Çünkü biz eskiden “Yerli malı, yurdun malı, her Türk onu kullanmalı” sloganlarıyla büyüdük. Acaba kendileri hangi sloganlarla büyüdü!

Gazi Paşa İzmir’de “İktisat Kongresi’nde” konuşurken ne demişti? “Askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça sonuçsuz kalır!” İşte galiba 1946 sonrası bu “taçlandırma” hedefinden vazgeçildi! Yazık ama “gerçek” bu!

***

TÜRKMENOĞLU’NDAN “HALKIN PAZARI’NA”

Ustamız Zeynel Kozanoğlu’nun “Mahmut Türkmenoğlu ve Bademler Kooperatifi” kitabı geçti elime. Kendi kendime “bu kadar mı tesadüf olur” deyiverdim. Ben “Yerli Malı Haftası” yazacağım, “Kara Kemal’den” bile bahsedeceğim de rahmetli Mahmut Türkmenoğlu'ndan mı bahsetmeyeceğim? Ne güzel yazmış rahmetli Kozanoğlu usta. Kitapta bir iki bölüme takıldım. Örneğin; eski milletvekili Türkan Miçoğulları’nın rahmetli babası Köy Enstitüsü aydını Kamuran Tekeli, Mahmut Türkmenoğlu için; “keşke kooperatifçilik yerine bilimle uğraşsaydı. Türkiye’nin en büyük fikir adamlarından biri olurdu. Söylediklerini kolay anlıyordunuz. Konuşmaya başladı mı, sele kapılmış gibiydi. Toplumu yönlendirirdi” demiş. Aslında öyle güzel vurgulamış ki Türkmenoğlu’nun farkını. Bademler’de yaşama geçirdiği muhteşem bir yaşam biçimi aslında. Hesapsız bir tüketim çağında, her şeyi satın almaya işten bu sistemde, insanı tüm değerlerinden koparıp ruhsuz birer “tüketim canavarı” ve dışa bağımlı yapma dünyasında Mahmut Türkmenoğlu, “kooperatifleşme” gerçeğini aşılamış ve yaşama geçirmiş Bademler’de. Hala ışıl ışıl aydınlatıyor aslında Bademler, İzmir’i hatta Türkiye’yi.

Türkmenoğlu’nun sözlerine gelince. Neredeyse hayatını adadığı kooperatif gerçeğinde bakın neler demiş Kozanoğlu ustamızın kitabında: “Kooperatif, köyün kalkınmasını ve köylünün aracı ve tefeciden kurtarılarak ekonomik yönden örgütlenmesini sağlayan en etkin araçtır. Bizim anladığımız en gerçek kooperatif köylünün kendi yönettiği, kendi kendini denetlediği gerçek demokratik kooperatiflerdir. Kooperatifler Bankası bir an önce kurulmalı ve kooperatifler bu banka kanalı ile düşük faizli krediye kavuşturulmalıdır.”

Şu sözler bile bugün yaşadığımız nice sıkıntının “nedenini” hissettirmiyor mu size? Ama Türkiye’nin “yerli” anlamda öyle belalı çıktı ki özellikle 1950 sonrası. Çocuklarımıza Amerikan emperyalizminin ne idüğü belli olmayan güya “süt” tozunu bile içirdiler. Köylüye “traktör” verenler “hazırdan”, onun aydınlanmasını ve “şeyh, ağa, şeyh” feodalizmine kafa tutup özgürleşmesini engellediler. 1950’lerin “küçük Amerika” saçmalığında olan, İstiklal Savaşı’nda uğruna can verilen, kan dökülen “İstiklal-i tam” oldu, bağımsızlık oldu!

Ama yine de umutsuzluğa kapılmamıza gerek yok. İzmir’de uzun süredir takip ettiğim ve ısrarla takip etmenizi dilediğim “Halkın Pazarı” çalışması, bir yandan kooperatifleşmenin aydınlığını ve sağlıklı kalitesini bir yandan da “bize ait değerlerin” üzerindeki küf kokulu tozlarını kaldırma amacında. Tabii size “Halkın Pazarı” ile ilgili daha çok yazmam gerekiyor. Hatta Köy-Koop ve Neptün Soyer gerçeğini, İzmir’in yürekli başkanı Tunç Soyer’in gelecek düşüncesini ve kaygılarını da yazmak istiyorum. İkisiyle de konuşmak için girişimde bulunacağım. Hatta ikisini de bir hafta sonu benim Facebook yayınıma davet edeceğim. Bakalım bu iki güzel yürekli insan, benim gibi “deli İzmirliye” ne cevap verecekler?

***

DEPREM GEÇMEDİ Kİ!

Depremi unutmadım. Hala yaşadığımız “üveyliği de” unutmadım. Sadece bir süre daha yazmayacağım. Çünkü “trol kafalı” biatçı cahillerin küfür ve hakaretleri canımı sıkıyor. Nezaketle yazıyorum. Ne Bakanlara ne Valiye hakaret etmiyorum ama, onları savunmak adına yediğim küfürler ve erkân-ı devletin, İzmir’de 30 yıl fiilen gazetecilik yapmış, depremi de tam kalbinde yaşamış bir yurttaşı ısrarla “yok sayması” beni artık kırıyor.

Geçtiğimiz gün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu İzmir’e geldi. Bayraklı’da  yıkılmış apartmanların görevlileriyle buluştu. Gerçekten takdir edilmesi gereken bir girişim bu. Çünkü artık kimsenin umurunda değil depremzedeler. Ama ne yalan söyleyeyim, çok isterdim Sayın Genel Başkan’a iki kelam etmeyi. Çünkü an itibariyle deprem alanlarında oturmaya doğrudan ya da dolaylı mahkûm ve muhtaç edilen yurttaşlar kimsenin umurunda değil. Tamamen sembolik olarak Bakandan Valiye, Başkandan Milletvekillerine hem de bu köşede “bana inanmıyorsanız, buyurun balkonuma beş dakika kahve içmeye” dedim. Yazık ki galiba alaylık da oldum. Bu davetime sadece CHP İzmir Milletvekili Tacettin Bayır “cevap verdi”. Sağolsun.

Davetim bakidir efendiler. Başımın üzerinde yeriniz var. Lakin anlıyorum ki tenezzül buyrulmuyor. Ne diyeyim ki: Canınız sağolsun!

Ama bilin ki ey erkan-ı devletim, deprem henüz geçmedi! Daha “esnaf” gerçeği var ki, o esnafın bedduası kimleri bulacak kimleri!

Salı günü size bir “esnaf trajedisi” yazacağım...