Liglere ara verilmese arşivlerde unutulan tarihi maçları yeniden izleyemeyecektik televizyonda. Futbolkolikler, kıymetini bilmeli şu dönemin. Fenerbahçe'nin Glasgow Rangers'i 2-1 yenip şampiyonlar ligi kapısını açtığı 2001 Ağustos'undaki mücadele. Pascal Nouma'nın 25 metreden aşırtma vuruşla Dinamo Kiev kalecisini avladığı 2002-2003 sezonundaki Beşiktaş-Dinamo Kiev maçı. 2008 Avrupa Şampiyonası finalinde Almanya'yı perişan eden İspanya'nın dünya futboluna egemen olmaya başladığı ilk turnuva. Ve bu başarıda en büyük parmağı olan insanın Türkiye'den "dede" diye gönderilen Luis Aragones olması. Ve o Aragones'in İspanya'nın şahlanışında en önemli hamle olarak o dönemin gol matadoru Raul'u kadroya almaması. Umarım sonsuz arşivi olan TRT bu uygulamayı karantina döneminden sonra da bir alışkanlık haline getirir de özlediğimiz futbolcuları, teknik adamları görüp anılarımızı tazeleriz. E tabi sporkolikler için sadece nostaljik maçlar yetmiyor; alışkanlıklara merhem olmak için. Bir sürü spor odaklı dizi var, internet platormlarında. En dikkat çekeni de "Sunderland Till ı die"(Ölene kadar Sunderland). Ülkemizde bir kulüp düşünün. Bir yapım şirketi 2 sezon boyunca kameralarla soyunma odasında girip çıkmadık yer bırakmayacak. Başkan-teknik direktör görüşmesine, kapalı kapılar arkasında konuşulanlara, kısacası kulübün herşeyini çekip bir dizi yapacak. Ve tüm dünyada yayınlayacak. İzin verirler mi? Hiç sanmıyorum. Ama İngiltere'nin köklü kulüplerinden Sunderland yıllar süren Premier Lig macerası sonlandıktan sonra, yıkıcı Championship sezonunu ve daha da kötüsü aynı yıl o ligden de düşüp, 1. Lig'de yaşadıklarını tüm dünya ile paylaştı. Hem de tüm çıplaklığıyla. Başkan, yönetim ve futbolcu üçgeninin dizi çekimini kabul edip gerçekleri tamamen göstermesinin dürüstlüğünün yanında, taraftarların da ne kadar centilmen olduğunu gıpta ederek izlemekteyiz. Takım bir alt lige düştükten sonra, taraftarların futbolcuları dövmeye kalkıp, tehdit etmesine alışkınız ama Sunderlandli futbolseverler oyuncularını bir barda ağırlıyor. El sıkışıyorlar ve mini bir toplantı yapıyorlar. İki tarafın da masalarında biralar, geçen sezon nerede yanlış yapıldığının medenice muhasebesi yapılıyor. Biz yıllar önce dostane bir şekilde iki taraftar aynı tribünde karşılaşmaları izlerken, İngiltere holiganizmin içinde boğuluyordu. Şimdi gelinen nokta ise tam tersi istikamete evrilince nerede hata yapıldı diye düşünüyor insan. Bir diğer futbol hasretimizi dindirecek dizi "Club De Cuervos." Meksika yapımı bir dizi. Ülkemizde Türk versiyonu çekilse çok tutacak bir yapım. Futbolu merkeze almış, komedi, aşk ve bol sürprizli bir senaryo olmasıyla bizde reyting yapacak bir olay örgüsüne sahip. Hatta başrolünde oynayacak oyuncu bile hazır. Meksika versiyonunda oynayan Mariano Trevino tip ve karakteri canlandırma olarak tıpatıp Binnur Kaya. İki farklı karakter olan iki kardeşin babaları öldükten sonra devraldıkları futbol kulübünü yönetmeye çalışmasını işliyor dizi. Erkek kardeş daha modern, kız ise daha gelenekçi. Dizinin o kadar içine giriyorsunuz ki, maç sahnelerinde keşke bizim takım gol atsa diye bekliyorsunuz. Kaybedince üzülüyorsunuz. O kadar içselleştiriyorsunuz. 4. sezona kadar sabredenleri ise mutlu bir son bekliyor. Bir diğer kımetli yapım, yine Latin Amerika'dan. Arjantinli Süper Star Carlos Tevez'in hayatını konu alan "Apache: La Vida de Carlos Tevez. Annesinin doğar doğmaz Güney Amerikalı forveti reddetmesi, babasının Tevez doğmadan öldürülmesi, kendisini akrabalarının çok zor şartlarda büyütmesini konu alıyor. O kadar belalı bir mahallede yetişiyor ki, kendi anlatımıyla "Silahtan çıkan mermiler kafamın üstünden geçerken futbol oynamaya çalışıyorduk" diyor. Apaçi lakaplı futbolcu, uyuşturucu ve şiddetten bilinçli akrabaları sayesinde uzak kalıp, sadece futbola odaklanıp istediğini alıyor. Ve kenar mahalleden Boca Juniors'a adım atıyor. Sonrasını ise biliyorsunuz. Böylece hep bir genellemenin daha doğru olduğunu görüyoruz. Önemli sporcular, genelde maddi geliri düşük olan ailelerden, suç oranının yüksek olduğu banliyo bölgelerinde yetişiyor. Hırsın insanın kendisini geliştirmede, var etmede, rakiplerini alt edip sıçrama yapmakta ne kadar önemli bir duygu hali olduğunu görüyoruz. Finali ise Sir unvanlı teknik direktör Bobby Robson'un hayatını konu alan "Bobby Robson: Bir Menajerden Daha Fazlası" belgeseliyle noktalayalım. Futbolseverler kadar teknik direktörlüğe hevesli insanların pür dikkat izlemesi gereken bir yapım. Alex Ferguson'un "Önümü açan adam" dediği, tercümanı Jose Mourinho'yu ise bu çocukta gelecek var deyip antrenör olarak yetiştiren bir futbol profesörü. Her zaman kişiliğinden ödün vermediği için de kıymeti bilinemeyen bir teknik adam.