Dedim ya? Umurumda değil… O “tuzu kuru” hayatları yalan bazılarının. Makamlarını korumak için mi yoksa bir şey içiyorlar onun etkisinden midir, sürekli yalan konuşuyorlar ve yalanlarına kendileri inanıyor sonra. Tabii bir de bir avuç yağcı, cahil tetikçi ruhlu taraftarları.

İki haftadır her şeyi sorguluyorum. Gördüğüme, duyduğuma ya da yaşadığıma mı inanayım yoksa bunlardan vazgeçip makamlarından dolayı “onların” söylediklerine mi?

Yaşadığımı yaşadım… Neden “susayım ki”?

Ama dünyaya bakışım, insanlara, devlete, makamlara bakışım 30 Ekim 2020 saat 14.51’de alabora oldu. Anlayış beklerken saldırı gördüm. Yahu “ölümden” döndü benim eşim, ben tehditlerden mi korkacağım.

“Deprem oldu ama her şey güzel mi” diyeceğim?

Demeyeceğim, ama her yazımda “deprem sonrasına” bir gönderme yapıp tarihe kayıt düşeceğim. Şu ana kadar yazdığım yazılarımın da her harfini savunuyorum.

İki haftayı geçti yıkıcı depremi yaşayalı. Deprem canlar aldı ama sonrası o kadar çok yürek kalp kırdı ki, anlatamıyorum, anlamıyorlar. Ortada dönen bir dolap var ama ne muhalefet farkında ne medya ne de depremci hocalar. Sadece gürültü var ve çadır yaşamlarının magazine dönüştürülmüş kareleri.

Deprem sonrası Şehircilik Bakanı Murat Kurum “baş aktör” oluverdi İzmir’de. Herkes onun ağzına baktı, herkes ondan bir kelam eylemesini bekledi. İlk günden bu yana neredeyse hiç ayrılmadı Bakan Bey. Aynı yerlere gitti, benzer şeyler söyledi ve hep aynı kişilerle poz verdi kameralara.

Öyle ya, İzmir’de deprem sadece AKP ve taraftarlarını ilgilendirir.

Aslında deprem değil ama, “deprem sonrası” bal gibi de ilgilendirir AKP ve yandaşlarını. Çünkü deprem sonrası en faal işler, AKP’nin en güvendiği “inşaat” alanında olacak.

Eyvallah, alıştık buna. Alıştık ama ben de deprem alanındayım. Üstelik çevremde cenazeler, yiten hayatlar var Bakan Bey…

Cumartesi günü geçtim evime iki hafta sonra… Çalışma odamı topladım. Kırılanları attık eşimle. Toz olmuş evimizi temizledik. Ama dört yanımızın dördünde de gece yarısına kadar yıkım ve enkaz kaldırma gürültüleri. Pazar sabahı erkenden kalkıp, kahvaltı bile edemeden attık kendimizi dışarı eşimle. Çevremdeki pek çok yurttaş gibi düştük yollara. Derdimiz sessiz sakin bir köşe bulup, biraz oturmak. Sonra alışveriş yaptık pazarda.

Pazarda tanıyan herkesten aynı soru: “Ne olacak halimiz Hasan Bey?

Eve dönerken önümüze çıktı polis gençler. “Nereye gidiyorsunuz” diye sordular. Elimde pazar arabası var, taze soğanlar çıkmış çantadan. Ben de öyle dalgınım ki: “Evimize tabii ki” dedim. Polis de “ha tamam o zaman demez mi?”

Güleyim mi ağlayım mı halimize.

Herkes gitti artık. Kalanlar bir polisler bir de benim gibi “kalmak zorunda olanlar.”

Balkondan manzara da müthiş ama… Arkadaşlarımın, tanıdıklarımın evlerinin yıkımını izliyorum! Şimdi sırada da can dostum Serhat Bayram var. Onun evini de bu hafta yıkacaklar. İzlemek isteyen makam sahiplerini davet ediyorum balkonuma. Kahveler benden.

Ben alamıyorum “gırgıra” … Ama bakıyorum da Bakan Bey ağzından çıkarıyor tek tek baklaları. Daha geçen hafta yazmış mıydım ben “Şehir hastanesi” çevresini?

Hafta sonu Bakan Bey de açıklamış Yeni Asır’a “Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, evleri yıkılan vatandaşların bulundukları yerden talep etmeleri halinde 2+1, rezerv konut alanından talep etmeleri halinde 3+1 daire sahibi olabileceklerini açıklamıştı. Maliyetine, düşük faizli ve uzun yıllar ödemeli yeni konutların taslak planı da ortaya çıktı. Bayraklı Şehir Hastanesi'nin yanından başlayan ve tünellerin üzerinden itibaren geniş alana yayılan 3 bin konutluk alanda eğitim alanı olarak anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise bulunuyor. Sosyal tesis alanı ve kültürel tesis alanının bulunduğu alanda iki adet cami yerinin de ayrıldığı görüldü. Konut alanı tünellerin üzerine doğru bir hilal şeklini alırken Bayraklı Doğançay Köyü bölgesine doğru arka alanda da geniş konut stok alanı yer alıyor.”

Ne güzel “iki adet cami de” varmış. Müthiş… Hatta bir yerlere de “millet bahçesi” yapacaklarmış. Muhteşem… Zaten biz de “neden millet bahçemiz” yok diye eylemler yapmıştık enkazlar üstüne çıkıp!

Öngörülen yer de müthiş. Şehir Hastanesi çevresi… Yıkılan evinin yerinde isteyenler ise artık 2+1 ev sahibi olabilecek. Beş kat ve iki artı bir. Peki “yıkım adası” ne demek? İnşaat mühendislerine mi sormalı acaba? Ada ada yıkımlar, sonra da parsel birleştirmeler. Bakarsınız 25 katlı “kardeş gökdelenlerin de” yolu açılır. Olmaz mı? Zaten yerli halka adres belirlenmiş: “Şehir Hastanesi çevresi”!

Evi hasarlı ve yıkılmış olanlar tamam da ya “şimdilik” sağlam olanlar?

E artık onlar da nasipse gelecek 6.9’dan sonra?

Şaka yapmıyorum, bu sözü aynen söyleyen bir “görevli” duydum ben.

Her şey bir yana, enkaz manzaralı evime davet ediyorum Sayın İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger Bey’i, Şehircilik Bakanı Murat Kurum’u, Milletvekili Hamza Dağ’ı… Maskeli karşılayacağım söz. Onları küçük balkonuma çıkaracağım. Bir karşıya bir sola baktıracağım ve diyeceğim ki: “Sevdiklerinizin bağışı için empati yapın”! Ciddi söylüyorum. Lütfen deprem alanında bunca zaman dolaştılar bir de depremzede sayılmayan ama depremin ortasındaki “bizleri” ziyaret etsinler. Ne battaniye istiyoruz ne de çay… İstediğimiz sadece bir selam!

***

Al emlakçıları vur evsahiplerine…

Emlakçılar Odası Başkanı Mesut Güleroğlu da şikâyet etmiş ev sahiplerinden. Sağ olsun en azından “durumun farkında”. Ama kendi esnafını koruyacak diye biraz da gözlerini kapamış. Şu anda fırsatçılığının doruğunda olan bazı ev sahiplerinin yanında, ev sahiplerini teşvik eden “ya bey abi deli misin sen, millet de para var 1500 lira kira mı olur, paşa paşa tutacaklar can korkusuyla senin evi hemen 2500’e veriyorum, sen bana bırak” diyen emlakçılar yok mu sanıyor Bay Başkan? Atatürk Mahallesi’nde ne idiğü belirsiz, kaçak mı yasal mı belli olmayan katına, deprem öncesi bin lira isteyen “hacı ağa” 31 Ekim’de nasıl da 2000 lira istedi acaba emlakçısı aracılığıyla?

Bu depremin iki sektörü benim için “ayıplıdır” artık. Ne davranışlarında ne yaklaşımlarında gram insanlık vardı. Tuzu kuru ev sahipleri de aldıkları bedduaları ciddiye alırlarsa zor görürler “hurili cennetleri” emr-i hak vaki olduğunda. Tabii deprem gibi olağanüstü bir afet karşısında vatandaşlarını sahipsiz bırakan ve gerçekte sadece seyredenleri de Allah’a havale etmekten başka bir şey gelmiyor içimden.

Ev satın almak isteyenlere ise inanılmaz yalanlar dolanlar var. Mesut Başkan bilmiyorsa araştırsın bakalım. İzmir’de bugün hangi yaş evler kaç para? Bu arada bazı emlakçıların esrarengiz “büyük inşaat lobisiyle” iş çevirdiklerini de sağır sultan biliyor. Bayraklı’da sokak sokak gezip, evlerinin önünde bekleşen yurttaşlara neler söylediklerini de yazayım mı?

Olur, yazarım…

Kısa kısa kısa…

  • İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in ilk günden beri nasıl can hıraş koşturduğunu, devlet adamı olgunluğunda, kendisine yapılan saldırıları bile sabırla nasıl karşıladığını biliyorum. Öyle bir sistem kurdu ki, gidip görmeden anlaşılması mümkün değil. Gencecik gönüllü çocuklar, dur durak bilmeden sürekli soruyorlar “bir ihtiyacınız var mı” diye? Çadırının önünde sessizce gözyaşı döken yaşlı teyzeye “ağlama daha güzel bir evin olacak, hiç yalnız olmayacaksın. Haydi teyzem gel dolaşalım biraz, kahve içelim karşılıklı sohbet edelim. Bak ağladığını Tunç Başkan görürse bize kızar” diyen o çocukların alınlarından öpmek benim için bir görev inanın. Ama covid var değil mi?

  • “Kızıyorlarmış” … Onlar kızıyor ben gülüyorum. Oysa bir olsak, beraber olsak. Ayrı tutmasak kimseyi kimseden… Olmaz değil mi? Olmaz. Peki kızmaya devam etsinler. Çünkü vazgeçmeyeceğim. Aynı şeyleri yazıyorum tabi. Bir defa yazınca anlamayanlara iki, üç kez yazmak gerekiyor.

  • Bir konu var aklıma takıldı, şimdi İzmir’de haldır haldır konutlar yapılacak “depremzedelere” değil mi? Peki kimler yapacak? Hangi inşaat şirketleri? İzmir’de bir Ege-Koop tecrübesi vardı mesela. Bay Murat Bakan neden görüşmez Ege-Koop’la? Fırsatçı emlakçı ve ev sahiplerine indirilecek en gerçekçi şamar, Ege-Koop gibi tecrübelerden yararlanmaktır bence. Bunu da gelecek yazıya bırakayım. Hem şu “şehir hastanesi” müteahhitleri ile ilgili de duyumlarım var! Birilerine “Bomonti” yaramamış, “terkos suyu” denesinler bence!

  • Cumaya artık “tarihe” dönelim. 10 Kasım geçti, yeni yıl kapıda. Bazı hatırlatmalar da yapmak lazım. 2021 hele de 2022…