Bilinir bilinmesine de ben yine TDK Sözlüğü'nden bir kez daha yinelesem ne olur? Evet, bilimi şöyle açıklıyor sözlük: “Evrenin, evrendeki olguların ve olayların bir bölümünü ele alıp birtakım yöntem ve deney yolları kullanarak ve gerçeğe, gerçekliğe dayanarak birtakım yasalara ulaşan bilgi yolu, düzenli ve tutarlı bilgi.”

Yine bilinen gerçektir; insanoğlu varoluşundan beri doğayı bilmek, doğaya egemen olmak istemiştir. Belki de bu nedenle, oldum olası doğayla savaşmaktadır. Oysa gönül insanın doğayla barış içinde yaşamasını, ona iyi davranmasını, bilime, bilim insanına inanmasını istiyor.

Kendi adıma bilime hep inanmışımdır; gerçek bilim insanına saygı duymuşumdur. Ne diyordu Aristoteles: “Bilim, iyi zamanlarda servet, kötü zamanlarda bir sığınak ve iyi bir yol göstericidir.”

Büyük önder Atatürk de bunun bilincinde olduğu için 22 Eylül 1924’de Samsun İstiklal Ticaret Mektebi’nde “Hayatta en gerçek yol göstericinin bilim ve fen” olduğunu söyleme, tarihe geçirme gereği duymuştur.

***

Yetişkin olmaya başladığımız yıllarda, bilim adamını andığımızda, neredeyse o an ayağa kalkıp önümüzü iliklerdik. Öylesine yüce, değerli, saygın insanlardı bilim insanları.

Ülkemizin tüm kentlerinde üniversiteler var. Büyük kentlerimizdeki üniversitelerin sayısı da o kadar çok ki… Bunca üniversitede nice öğretim üyesi, bilim insanı görev yapıyor, geleceğin aydınlık insanlarını yetiştirmek için uğraş veriyor. Ne ki son yıllarda inandığımız, saygı duyduğumuz o bilim yuvalarından öyle çatlak, kaygı verici, çağdışı sesler, sözler yansıyor ki, dudaklarımız uçukluyor, utancımız kızıla çalıyor!

Adının önünde “Prof. Dr.” yazılı bir öğretim üyesi, tarihçi, “Türkiye'de üniversitelilerin yerleştiği yerlerin ‘Nişantaşı'na döndüğünü’ ve neredeyse 'fuhuş evleri' halini aldığını” söyleyen…

Güler misiniz, kahrolur musunuz? Ne ki bu tür haberleri sıkça duyuyoruz. Adı geçen Prof.’un  “Google’ı Abdülhamit buldu” savının da yanından sıvışıp geçtik!

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Mevlana Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof.’un da sözlerini basından kederle izledik; anımsayalım: “Kızlar âdet olur, âdet olmak bir hastalıktır ve mutlaka tedavi olmaları gerekir!”,  “Kızlar tesettüre girsinler, edepli olsunlar”, “Laiklik en büyük tehlikedir!”

Örnekleri çoğaltmak olası. Bunlar da bilim adamı mı diyesim var içim acıyarak!

***

Işıklar içinde olsun sevdiğim, dostluğunu paylaştığım şair Ayhan Çıkın (1946-2017), bilim insanı-şair kimliğiyle 2016’da “Şiir ve Bilimin Yol Arkadaşlığı”nı konu alan bir yazı kaleme almıştı sanal ortamda. O yazısında şu sözleri paylaşmıştı Çıkın: “Bilimsel bulguların kültürel ortama yerleşmesine, kültür içinde bilimin kökleşmesine, böylece bilimin halk için daha çekici hale getirilmesine şiirin katkısı olabilir. Hem şiirsel ve hem de bilimsel kavramlar karşılıklı olarak birbirilerini zenginleştirebilirler. Bilim ve şiir tarih içinde, yan yana olmuşlardır. Ancak bilimin, teknolojiyi, teknolojinin ekonomik ortamı, hatta yaşam ortamını değiştirdiği dünyada, aşırı bir uzmanlaşma yaşanmaktadır. İster istemez sanallaşan bir kürede bilim de, şiirde soyutlaşmakta, “şiiri bilmeden bilimle”, “bilimi bilmeden şiirle” uğraşanlar, gerçeği sezmekte, algılamakta, onu açıklamakta eksik kalmaktadırlar. Bilim insanı ve şairler yaşamı açıklayıcı söz ve simgeleri, kavramları, araştırırken, bunun geniş kitlelere ulaşmasının da yolunu bulmalıdırlar.”

Sözü şiire ve bilime getirmişken, Tevfik Fikret’i, aydınlanma savaşımın ünlü şairini anmamak olası mı? Sadeleştirilmiş adıyla “Halûk’un İnancı” şiirinin son iki dizesini unutmak olası mı?

“Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
bilim gücüyle olacak ne olacaksa... İnandım.” 

Bilime, gerçek bilim insanına, aydınlanmaya ne çok gereksinimimiz var aslında. Hele şimdi daha çok…