Patronun sekreteri aradı, köşe yazarını ofisine özel görüşmeye çağırmıştı. Ülke Haziran 2015 seçimlerine gidiyordu. Muhalif duruşlu yazar bunun rastlantı olamayacağını düşünüyordu. 17 yıldır bir zamanlar ülkenin “okunmak için alınan” anonslu en köklü gazetelerinin birinde çalışıyordu. O zamana kadar 30 yıla yaklaşan gazetecilik hayatında yöneticileriyle zor fırtınalı ve gergin görüşmeler yapmıştı.

***

Bir buçuk saat sürdü görüşme. Patron, Türkiye ekonomisi büyürken holdinginin büyüyemediğini, 5 bin çalışanının maaşını ayın birinde yatırmak gibi iç rahatlığının olduğunu, sol örgütlerin 70’lerde ülkeye zarar verdiğini, mevcut otoriterleşme sürecinin iyi bir şey (!) olduğunu anlattı. Bir de kitap okumadığını!..

***

Yazarı çok yaralamıştı kitap okumama ve 'neden' diye soramamıştı. Silivri Zindanı’nda düşüncelerini kağıda şöyle dökmüştü; “Patron şunu demek istemişti: Siz çok kitap okumuş olabilirsiniz ve genel kültürünüz benden daha fazla olabilir ama işte bugün, satın aldığım gazetede köşe yazarı olan siz, benim maaşlı personelimsiniz ve Ankara’dakiler sizden hoşlanmadıklarına göre yazmanıza da engel olabilirim. Yani sizi kovabilirim.”

***

Sonra… Patron, yazarına ahlaksız bir teklifte bulundu. Hem de tam beş kez! Lafı döndürüp dolaştırıp hep aynı yere getirdi ve her defasında şu cümleyi yineledi: “Yazarlık egonuzu aşağıya çekemiyorsanız seçimlere kadar yazılarınıza ara vermeyi düşünür müsünüz?”

***

Neticede patron kibarca para karşılığı susmayı teklif etmişti yazara. Çünkü yazar yazmayacak, gazetecilik yapmayacak ama maaşını alacaktı. Belki para kazanacaktı ama mesleğini yapmayacaktı! Para karşılığı susturulmuş olmak! Bunun karşılığı rüşvet almak değil de, neydi? Hesap veremezdi sevdiklerine, sevenlerine, sadık okurlarına! Önemlisi; Türkiye’de yıllarca basın özgürlüğü mücadelesi veren bir kalem erbabıydı. Yakışır mıydı? Asla! Uluslararası basın kuruluşları dahil, her platformda verdiği savaşımı inkar edebilir miydi?

***

Alaycı tebessümlü patron, yazarın önerisini kabul edeceğinden emindi. Yazarın yanıtı ise netti; “Ben de yazarlık egosu yok ki azaltayım. Yine de mesajınızı aldım ve sizin anladığımı sanıyorum.”

Bir soru sordu yazar: “Benden ne istiyorsunuz? İktidarı hiç mi eleştirmeyeyim?”

Patron; “Eleştirin de tatlı tatlı eleştirin.”

Ve kapıda yazarı geçirirken önerisini güçlendirmek için ekledi; “Medyada yeni döneme ayak uydurabilenler kalacak, ayak uyduramayanların varlığı son bulacak!”

***

Yazar; Kadri Gürsel, patron da Milliyet’in sahibi Erdoğan Demirören’di! Hani; zamanın Başbakan’ı, şimdiki Cumhurbaşkanı’na telefonda ağlayan patron!..

***

Kadri Gürsel; çok yakından takip ettiğim, ilkeli/omurgalı meslektaşımdır. Gerçekleri öğrenme özgürlüğüne, gazetecilik etiğine hep hizmet etmiştir. Ona göre gazetecilik; “körü körüne inanca karşı aklı savunan mesleğin adıdır!”

Son kitabı Ben De Sizin İçin Üzgünüm'de de; “gazeteci olmak ve gazeteci kalmak için” verdiği mücadelenin öyküsünü anlatıyor. Bu öyküde, “Yazdırmamak ve konuşturmamak için

çabalayan işbirlikçi medya patronları, tetikçiler, trollar, darbeciler, Cumhuriyet’e operasyon, hapislik, gülünç bir iddianame, By-Lock suçlamaları ve bir siyasi dava karşısında yaşananlar, aslında hepimizin öyküsü.

***

Sözcü yazarı Çiğdem Toker’e göre; gazetecilik doğası gereği eleştirel meslek: “Güç kaynaklarının, bizi yöneten iktidarların nasıl gücü kullandığını sorgulamaya dönük bir meslektir gazetecilik! Dünyanın her yerinde evrensel standartlar gereği eleştireldir.”

İşte Kadri Gürsel de kitabıyla 'gazetecilik ölmüşken, yeni bir gazetecilik bilinci yaratmak umuduyla tartışma başlatmak da istemiş.'

Meslek Büyüğüm Orhan Bursalı’nın, “Gazeteciliğin tüketilişi üzerine yıllarca yazdıklarımızı,

fiilen yaşamış iyi bir gazetecinin tanıklığında doğrulayan bir kitapla karşı karşıyayız. Bu bakımdan bir ‘Türkiye belgeseli’ özelliğini taşıyor” ifadesine katılarak, okurun da bu tartışmaya ve bağımsız objektif eleştirel gazeteciliğe destek vermesi dileğiyle!..