Basmane Günleri çok önemliydi. Köprüydü “birlik” için. Ama ne yazık ki sona erdi. Bir de üzerine bu salgın çıktı, iyice zorlaştı. Oysa teknolojinin de yardımıyla yapılabilir bir daha

İzmir… Kadim İzmir… Can İzmir…

Gülerken ağlayan, ağlarken isyan eden İzmir.

Mazlumu koruyan, zalime ise “babası olsa” haykıran İzmir.

İzmir’in havasından mıdır, suyundan mıdır bilmem ama, “deli” hem de “zırdeli” bir şehir olduğunu hem bilir hem de yaşarım.

“İzmirli” olmak kolay değildir. Sevse de biat etmez. Hatayı kabul etmez. Hayata “madde” olarak değil “mana” olarak bakar. O yüzden de asırlar boyu ister Müslüman ister Hıristiyan ister Musevi ve hatta ateist özgür yaşamış İzmir’de.

Hepsi de “bırakmış” emanetlerini toprağına, tenceresine, duvarlarına çekmiş gitmiş. Lakin hiçbiri unutulmamış. Sevenler de var nefret edenler de.

“Deliyim” hem de “zır deli”. Deliliğim “İzmirliliğimden” öfkem ise “Yukarı Mahalleden” oluşumdan.

Öfkem artıyor…

Çünkü şehrimde “konuşanlar” çok lakin “çalışanlar” az. Bir de İzmir’den gidip, başka ellerde “İzmir küstahlığı” yapanlar var. Bir de hiç bilmediği halde, “İzmir” geçti mi bahiste “azizim bu İzmirliler ne kültür biliyor ne müze ne kitap biliyor ne konser, gidip öğretmek lazım” kafasında olanlar. Bunlar “konuşurken” ne içiyorlar anlamak mümkün değil.

Bir İzmirlinin çıkıp Ankara’yı, İstanbul’u, Adana’yı falan “dert” ettiği duyulmamıştır ama, özellikle İstanbul’un “maymun barlarında” iki kadeh viskiyi devirip, limon suyuna bandırılmış hıyarı da yiyen bazı tipler, İzmir’e “ayar vermek” için adeta yarışırlar.

Vallahi gördüm ve duydum…

Hisar Camii ile Antakya Camisini karıştıranlar, İzmirli çocukların, çocukluklarını yaşamadığını iddia edenler, Kadifekale’yi İzmirlilerin bilmediğini sananlar, Fuar’a “kentin ortasındaki yeşillik” diyenler, Emir Sultan’ı “cami, mescit” zannedenler, varyantla 95’in kahvesi yokuşunu karıştıranlar, Mithat Paşa caddesini Talat paşa caddesi sayıp bir de iddia edenler, körfez vapurlarının konuşulduğu ortamda, İzmir bilgisizliğini saklamak için İstanbul vapurlarını anlatanlar inanın son 20 yıldır İzmir’de sadece “kıyı ahalisi” tarafından ilgi ve takdir görüyor.

Basmane farkındalığı…

Bugün yazıyı kısa tutup, size fotoğrafları konuşturmak istiyorum. İzmir’de 90’larda başlayan “kent kimliği tartışmasının” altındaki “emperyalist oyuna” gelen İzmir monşerlerinin hakimiyeti, ne yazık ki kent algısını da “kadim İzmir’den” aldı, adına “yenilenen kent” denen imar faciası bölgelere yöneltti. Oysa dünyada “eski kent” her zaman “kazandıran” olmuştur da neden İzmir’de “eski kent” yok sayıldı anlamak, analiz etmek çok güç. Bir zamanlar Çeşme otoyolu için can hıraş bağıran, isteyen efendilerin, neden dedelerinin yaşadığı bölgelerden vaz geçtiğini anlayamıyorum.

Geçtiğimiz hafta İkiçeşmelik’ten Mezarlıkbaşı’na inerken gözüm hep sağdaydı. Bir ara trafik sıkıştı ve geldiğim yer İkiçeşmelik Camii önü oldu. O sokak arasına kaydı gözlerim. Sanki dile geldi sokaklar… “Deliyim” ya, duydum işte. “Neden bizimle ilgilenmiyorsunuz, neden bizim yıkılmamızı istiyorsunuz. Bizim öyle tanıklıklarımız var ki, neden saygı göstermiyorsunuz” diyorlardı sanki…

Tıpkı Basmane ve üst bölge gibi… Tıpkı Anafartalar caddesinin sağı solu gibi.

Unuttuk… Vazgeçtik… Hafızalarımızı sildik sanki.

Ne bir ses ne bir nefes var Basmane’den… Kadim İzmir’den.

Oysa ne güzel adımlar atılmıştı.

“Basmane Günleri” mesela.

Orhan Beşikçi – Gülay Beşikçi diye iki muhteşem insan. Basmane’de yaşıyorlar, eski bir evi almışlar, aslına uygun onarmışlar, bir de üzerine “Kent ödülü” almışlar. Tüm enerjilerini, İzmir’in unuttuğu Basmane’yi İzmir’e hatırlatmaya vermişler.

“Kent Gözlemcisi” demiş Orhan Bey kendine. Kalemi de güzel, yazdıkları ilginç ve okunası. Gazetelerde, internet sitelerinde yazmış yıllarca, şimdi de yazıyor. Ama o kadar içselleştirmiş ki Basmane’yi, adeta sırlarına ermiş ve herkes öğrensin istemiş.

2010’dan itibaren de her yıl üç beş gün “Basmane Günleri” düzenlemeye koyulmuş. Sonra 2011 ya da 2012’de İzmir Büyükşehir Belediyesi de el vermiş. O zamanki APİKAM Müdürü Oktay Gökdemir hocamız da bizzat girmiş çalışmalara. Paneller, sergiler, dinletiler, ziyaretler derken öyle bir ilgi görmüş ki.

Mezarlıkbaşı’nda başlayan “açılış yürüyüşü” Anafartalar’dan Agios Voukolos Kilisesi’ne geldiğinde mahşeri kalabalığa dönermiş. Basmane’nin her yeri ziyaret edilirmiş. Esnaf mutlu, halk umutlu olurmuş. İkramlar gönülden olurmuş. Aşureler, irmik helvaları, Muzafferiyet-i Milliye Fırını’nın gevrekleri, çaylar, sular… Yol yürümekten yorgun düşenlerin bir tanesi bile “yoruldum” demezmiş.

Devlet kurumları da katılırmış. Basmane Garı coşarmış. İzmir’in gazeteleri, televizyonları ilgi gösterirmiş. Panelist olmak istermiş herkes mesela. Gençler, çocuklar merakla takip edermiş “ne oluyor” diye. Belediye Başkanları bazen katılırmış bazen katılmazmış. Ben valilerin katıldığını hatırlamıyorum. Öyle güzel “kültür günleri” olurmuş ki, Emir Sultan’da güller açarmış, Emniyet Oteli, Akhisar Oteli gönüllerini açarmış. Etnik kökeni ne olursa olsun, Basmane’nin her esnafı “ne yapabilirim ne ikram edebilirim” derdine düşermiş. Hayyamın yeri, akşam olsun beklermiş, bilirmiş ki onun nasibi akşam üstü “tektek” başlar.

Gülay Beşikçi Hanımefendi fırçasını konuştururmuş. Onun kadar güzel ve anlamlı “Basmane tasviri” olmazmış. Nuri Pınar Emir Sultan’da ebru yaparken, semadaki ecdat “hû” dermiş. Erenler, evliyalar, dervişler, dedeler, Mevleviler, Bektaşiler hep birden tebessüm edermiş semadan… İzmir dile gelirmiş de “helal olsun size be çocuklar, mest ettiniz beni çok yaşayın!” dermiş.

Panelistleri saymaya başlarsam unuturum diye korkarım. Ama İzmir’in “koruyucuları” hep orada olurmuş. Yazarlar, şairler, siyasetçiler, ressamlar, gazeteciler, akademisyenler, gençler, kadınlar ve anılarını geri isteyen gözü yaşlı yaşlılar.

Ben bu yazıyı “onu bunu” eleştirmek için yazmadım. Yoksa bir başlarsam dizi yazı olur “İzmir hainleri” başlıklı. Ben kendimce “birlikten” yanayım.

Son yerel seçimlerden sonra Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, hemen Basmane’ye gitti, bilgilendi. Danışmanları ilgi gösterdi. Bendeniz Neptün Soyer Hanımefendi’yle dolaştım birkaç kez, hatta Neptün Hanım’ın o yürekten ilgisine çok memnun oldum. Hele bir fotoğraf yakaladım ki, Rahmetullah Efendi’nin evinin kapısını çalarken Neptün Soyer, aklıma ne geldi biliyor musunuz? O kapı dile gelse, Neptün Hanım’a “hoş geldiniz safalar getirdiniz, kaç on yıl var ki çalmadı kimse beni…”

Basmane Günleri çok önemliydi. Köprüydü “birlik” için. Ama ne yazık ki sona erdi. Bir de üzerine bu salgın çıktı, iyice zorlaştı. Oysa teknolojinin de yardımıyla yapılabilir bir daha. Şu anda Büyükşehir Belediyesi de Konak Belediyesi de “birlikte çalışmaktan” sıkıntılı değil. Yol bulunsa inanılmaz etkili olur. Bu kez Vali Bey de kendini izole etmiyor şehirden, Kültür ve Vakıflar Müdürleri de içten insanlar…

O tarihi karakol da ziyarete açılır ki Türkiye’de “marka” olur İzmir adımı.

Olur mu bilmem… Ama şunu yazmam gerek ki, bugün İzmir’de kemikleşmeye başlamış bir “yabancılaştırma” baskısı var. Bir yandan çeperlerdeki aşırı dinci yapılanmalar bir yandan kıyı bucakta “kimlik tartışmalarının” yoğunlaşması diğer yandan da ne yazık ki İzmir’i “sağılacak inek” sanan “içinde adam olmayan elbiselerin” edepsizlikleri İzmir’i “İzmir” olmaktan çıkarmak tehlikesini yaşatıyor.

Fotoğraflara dikkatlice bakın.

O kalabalıklar ne yığma ne de parayla tutulmuş yığınlar. O kalabalıklar yüreği İzmir için atan güzel insanlar. Aydınlarıyla halkın kol kola olması kadar umut veren ne vardır ki? Ama o “umudu” birileri fena çatlattı. Umarım ve dilerim ki o “çatlak” kırığa dönüşmez. Gün olur size o “göründüğü” gibi olmayan kent hainlerini de yazarım. Ama istemiyorum. İstiyorum ki İzmir, evlatlarını yeniden kucaklasın. Böyle ayrı gayrı olunca doğan boşluklara ne yazık ki ruhsuz ve menfaatçi çakmalar doluyor.