Bu yazı, 2 Nisan’da serin bir Karadeniz sabahında yazılıyor. 22. Bartın Uluslararası Tiyatro Festivalinin konuğu olarak, beş günlüğüne Bartın’a geldim. Yıllardır bu kente ve Karadeniz’in kültür ve sanatına tiyatro penceresinden su taşıyan Zafer Gecegörür, başta eşi Ezgi, Bartın’lı gençler ve belediyenin özverili imecesiyle, yine önemli bir işe imza atmış durumda. Bu yıl Irak, Azerbaycan, Polonya temsilcilerinin katıldığı festivalde, her yaştan Bartın’lı sanat emekçilerinin yanında, Burdur, Sinop, İstanbul, Samsun, Ankara ve Ayvalık’tan topluluklar, eğiticiler yer alıyor. Çocuk Tiyatrosundan Dans Tiyatrosuna, uzmanlık atölyelerinden söyleşilere, yoğun ve doyurucu bir program, yaşadığımız günlerin alacakaranlığında, umut ve sevinç saçıyor. Fırsat buldukça ne demek, Anadolu’dan aldığım her çağrıya mutlaka yanıt vermeye ve katılmaya çalışırım. Bartın da bunların başında gelir.
Bildiğini paylaşmak, bilmediklerini ya da farkına varamadıklarını öğrenmek yanında, bu tür konuklukların önemli bir yararı da, memleketin nabzına yakın durmaktır. Bu noktada bir ezberi bozmak gerekiyor. Biz hep büyük kentlere göre, Anadolu’nun içine kapandığını söyler, romantik irdelemelerle onlar adına hayıflanır, “Sen ne güzel olursun, gezsen Anadolu’yu” şarkılarında teselli ararız. Hayır, içine kapanan o kentler değil, büyük kentler aslında. Kültür ve sanattan basına, ekonomiden spora, büyük kentler belirli vitrinlere kendini hapsederek, kendi ülkesine yabancılaşmış durumdadır. Yolunuzu Bartın gibi kentlere düşürdüğünüzde, oraların ne kadar dışa açılmaya, vitrin genişletmeye çalıştıklarını, büyük kentlere dair bizden fazla fikir sahibi olduklarına tanık olursunuz. Başta siyasilerin ve kendi alanımızdaki kişi ve kuruluşların dikkatine önemle sunarım. Bir de uyarı, oralara gittiğinizde, “romantik yaban”, yukarıdan bakan bilge, ders ve öğüt kumkuması akıldane kesilmeyin. Saygıyla onaylıyor gibi durduklarına da bakmayın. Kırılıyorlar, kızıyorlar ve ince ince dalga geçiyorlar.
Oralara hayatlarınızı taşımanın bir anlamı yoktur. Aksine oralardaki hayatlardan nasiplenmeye çalışmak gerek. İnanın büyük kentinize geri döndüğünüzde, yıllardır sizi işgal ve meşgul eden sorunların, ne üfürükten şeyler olduğunu anlayacaksınız. Kim bilir, bu doğru okumamanın ve hayatı süzememenin tezahürüdür, seçim sonuçlarının haritadaki renk yansıması. Öyle ya, eğriye eğri doğruya doğru demeliyiz. Bu rabıtayı kuramadığımız sürece, haritadaki görüntü daha da ağırlaşacaktır. Hayat boşluğu kabul etmiyor. Kendi kendimize “ne olacak bu memleketin hali” diye sızlanırken, memleketin halinden gerçekten haberdar mıyız sorusunu unutmak, başka nasıl sonuç verir ki? Anadolu’da çağdaşlığın, demokrasinin, laikliğin, sanata, toprağa suya emeğe sahip çıkmanın mücadelesini verenlerin halini düşünmeden, nelerle boğuştuklarını bilmeden, büyük kentlerden ve henüz zapt edilmemiş kalelerden ahkam kesmenin, hayatta ve insanda karşılığı olabilir mi?
Bartın’da, Erzurum Devlet Tiyatrosunun yandığını öğrendik. Tam da 27 Mart Dünya Tiyatro Haftasına denk düşen bu korkunç olay, Bartın’da da büyük üzüntü yarattı. Geriye kalan enkazın fotoğraflarına bakarken, bir kültür ve sanat mekanını yitirmenin kederini yaşadık. Umarım en kısa sürede nedeni ortaya çıkar ve daha da önemlisi yerine yenisi yapılır.
Bartın Festivalinden elde ettiğim bilgi ve çıkarımları, paylaşmayı sürdüreceğim. Siz bu yazıyı okurken, ben İzmir’e dönüş yolunda olacağım. Bartın’da yaşadığım ve tanık olduğum güzellikleri, emekleri ve gerçekleri düşünürken, yolun nasıl bittiğini anlamayacağım. Gerçek, önce bizim algımızda ve samimiyetimizde başlar. Bunu anımsamak bile, cümle yorgunluğu unutturuyor.