İçerde kış yaşanırken, dışarda bahar olmazmış. Doğa bunu kanıtlamak istercesine, baharı bir türlü ya da gereğince bağışlamıyor. Çünkü bunun da bir hak ediş bedeli var. Mecaza, ironiye, kinayeye sığınmadan söylüyorum bunu. Geçenlerde bir fotoğraf vardı, gördünüz mü? Kutupta dev bir buz kütlesinin üstünde, onu ana karadan ha kopardı ha koparacak bir yarığı gösteriyordu. Kütlenin kopmasıyla denizler yükselebilir, dengeler bozulabilirmiş. Uzmanlar nicedir, iklim değişikliklerinden, böyle giderse yeryüzündeki yaşam koşullarının farklılık göstermeye başlayacağından söz ediyor. Yüz milyon küsur yılda bir, zaten oluyormuş bu “yenileme”. Bu rutin bir hadise midir, yoksa doğanın insanlara haddini bildirip, kartları yeniden karıp bir “şans” daha tanıma girişimi midir? Biz bu küsuratın şimdi neresindeyiz, uzmanlar bunu söylemiyor. Doğa, insanlar ne kadar zorlarsa zorlasın, kendine ait bir “büyük saat”in tartımı ve hızıyla, kendi öyküsünü yazıyor. İnsan bu öyküye yakışmak zorundadır.

Bunları düşünüyorum TÜYAP Kitap Fuarı'nın açılış gününde. Gri bir gökyüzünün ve soğuk bir yağmur çiselemesi altındayım. Girip çıkan insanların, düşünceli yüzlerine bakıyorum. Havanın soğukluğundan mı, ruh üşümesinden mi, yoksa metal ve moral yorgunluktan mı? Belki hepsinden ve bunun için elden gelen her şey yapıldı, yapılıyor. Ama Kitap Fuarı tıklım tıklım dolu, giriş kuyruğundan insan eksilmiyor. Hele çocuklar… 23 Nisan öncesi, ne güzeldir ki öğretmenleri, büyükleri onları fuara getirmiş. Birden bir güvercin curnatası gibi, sesleri kahkahaları yükseliyor. Ressamın gri tonlu tablosuna, hiç beklenmedik bir anda rengarenk boyalar fırlatması gibi, o sesler ve kahkahalar, rutini bozuyor, dağıtıyor. Bu iyi geliyor insana.

Bu duyguyu, Dil Derneği'nin 30, Dil Devrimi'nin 85. Yılı onuruna Dil Derneği tarafından düzenlenen etkinlikte, daha yoğun yaşıyorum. Yaşatanlar yine çocuklar ve onların aileleri. Şimdi içe kapanıklığın, yorgunlukları büyütmenin gereği yok. Kısa bir seslenişle, onları selamlamam gerekiyor.

“Konuştuğumuz çağdaş Türkiye Türkçesini öteki dillerden ayıran en önemli özellik, bitmiş bir imparatorluktan yepyeni bir Cumhuriyet yaratan bir ülkenin, devrimsel bir girişimle ona yaşamsallık ve yepyeni bir kimlik kazandırmasıdır. Kuldan yurttaş, ümmetten ulus yaratan irade, halkına sarayların gasp ettiği dilini geri vererek, bir mucizeye daha imza atmıştır. Günümüzde Cumhuriyet karşıtları, ne kadar karşı devrimci girişimlerde bulunurlarsa bulunsunlar, bu niyetlerini dillendirmek için bile, Dil Devriminin kazandırdığı Türkçeyle konuşuyorsa, bu aydınlanmanın bir zaferidir.” Konuşmamı, 12 Eylül gericiliğinin, Atatürk’ü maske edinerek, Atatürk’ün kurduğu TDK’yı kapatmasından dem vurarak sürdürüyor, Dil Derneğinin çabalarını selamlıyor, bir halkın halk olabilmesi için önce kendi diline sahip çıkması gerektiğini belirterek, öğretmenlere ve ailelere teşekkür ederek bitiriyorum.

Sonra çocuklar, bizim çocuklarımız çıkıyor sahneye. Şiirleri, şarkıları, o güzelim yürekleriyle, içimizde birikmiş karı çamuru, kiri pası temizliyor. “Şair, ‘Umudu kesme yurdundan’ derken, işte tam da bunu söylemiş olsa gerek” diyorum.

İmza salonunda, her yazarın önünde uzun kuyruklar var. Uzak kentlerden gelen dostları, nicedir görüşmediğim yoldaşları görmenin sevinciyle, tüm fuarı dolaşıyorum. Arkadaşım, Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar’ın “Bir Başkan, Bir Şehir, Bir Aşk” kitabının söyleşisine ve imza etkinliğine katılıyorum. “İlk kitap heyecanı” nedir, yıllar önce yaşadım, Akpınar’ın heyecanına kitabının editörü olmanın mutluluğunu ekliyorum. Fuar süresince, ben de imza günlerine katılacak, çocuk okurlarımla tanışacağım. Bunu düşünmek, cümle yorgunluğuma iyi geliyor.

Eve dönüş için dışarı çıkıyorum. İçerde bahar vardı, dışarda yağmur ve soğuk. Yüzümde bir gülümsemeyle fısıldıyorum: “Bahar mutlaka gelecek. Ne kadar gecikirse geciksin, doğa insanı ödüllendirecek. Hiç olmazsa çocuklar için. Tıpkı 23 Nisan gibi, bahar mutlaka gelecek.”