Zeytin, incir ve üzüm kutsal kitaplarda yer alan üç kutsal meyve. Zeytin için “ölümsüz ağaç” derler. Varlıkları ölümsüzlükle özdeşleştirilmiş. Her üçü de çok güçlü bitkiler, yansa bile dibinden verdikleri filizlerle yeniden can bulur, Tanrı'nın onlara verdiği görevi yerine getirirler.

Zeytin ağacı bin yılın üzerinde yaşayabilen ender ağaçlardandır. Belki de tek ağaçtır. Düşünsenize neler görmüştür, bin yılda nelere şahit olmuştur zeytin ağacı. İnsan ömrü 70 yıl, deki 100 yıl. Zeytin ağacı onlarca neslin gördüğünü görür. Bilge ağaç denmesi de belki ondandır. Yüzyılların görmüş geçirmişliği, dile kolay.

MİTOLOJİDE ZEYTİN

Tarihte değişik kültürlerde, değişik anlamlar yüklenmiş zeytine. Mitolojide de yer almış, kutsal kitaplarda da. Örneğin, büyük tufan sırasında Hz. Nuh’un gemisi Ağrı Dağı’nın zirvesine oturur. Günlerce süren yağmur ve fırtınadan sonra Nuh peygamber tufanın bitip bitmediğini öğrenmek için gemisindeki hayvanlardan güvercini salar. Ağzında zeytin dalı ile geri gelmesi üzerine doğanın normale döndüğünü, toprağın görünür olduğunu anlar.

M.Ö. 2. binde kurulan site devleti Atina’yı hangi tanrının koruyacağı tartışma konusu olmuş. Yeni kente en değerli armağanı veren kazansın denmiş. Tanrıça Athena’nın hediyesi bir zeytin fidanı olmuş ve Poseidon’un hediyesi rüzgardan hızlı giden attan daha değerli bulunmuş ve tanrıça Athena’nın adı yeni kente verilmiş.

Akıl, bilim ve sanat tanrıçası Athena’nın ağacı büyüyüp yüz yıllarca yaşar. Ağacın meyvesinden yemekleri lezzetli yapan sağlıklı bir sıvı elde edilir. Bu sıvı yaraları iyileştirir, geceleri aydınlık saçar, sıcak havalarda gölgesiyle insanları kucaklar, odunuyla onları ısıtır. Barışın sembolü zeytin ağacı yerleşik kültürün ve bereketin de temsilcisi olur.

ZEYTİN HASAT FESTİVALİ

Geçtiğimiz hafta 16. Uluslararası Ayvalık Zeytin Hasat Festivali’ne davetliydik. Pandemi dolayısı ile uluslararası tarafı olmadan gerçekleşen festivalde üç keyifli gün geçirdik. “Baba” anıt ağaçta başlayan sembolik zeytin hasadı, daha sonra değişik etkinliklerle devam etti.

Ayvalık’ın zarif ve mütevazı belediye başkanı Mesut Ergin’in yaptığı ev sahipliği bizler için bir klasik, bilmeyenler için ise şaşırtıcı idi. Konuklarını ağırlamak için her zaman olduğu gibi özel çaba gösterdi. Sevgili kardeşimiz basın danışmanı Işık Teoman’ın da gözü hep üzerimizdeydi. Yoğun iş temposu içinde bizi hiç ihmal etmedi.

Ayvalık’ta yukarıdan baktığınızda önünüzde bir amfi tiyatro var sanırsınız, yüzyıllarca acı tatlı oyunların sergilendiği, yaşanmışlıkları içeren. Bakarsınız, bakarsınız da doyamazsınız seyretmeye. Yavaş yavaş içine girdiğinizde de sizi sarar sarmalar dostlukla, ayrılamazsınız. Kendini bu kadar mı evinde hisseder insan?

Ayvalık sonradan yaratılmış bir imaj değil, yaşanmışlıkların birikimi. Ayvalık hakkında bilmediklerimiz, bildiklerimizden daha çok olduğu kesin. Bu güzel ilçe biraz uğranıp geçilen turizm ile sınırlı kalmış. Ayvalık’ın değerleri, sahip olduğu harika denizinden çok daha fazla. Yerel kültür, zeytin ve zeytinyağı, otlar, harika taş ev mimarisi, kiliseden dönme muhteşem camiler.

Sahilin, denizin güzelliğinden çok daha fazlası arka sokaklarda saklı. Muhteşem tarihi evler, camiye çevrilerek korunmuş kilise yapıları. Egeli olma özelliğini korumuş Ayvalık’ta her şey insanı tutup “Ben burada yaşamalıyım”a getiriyor.

Günlerden perşembe ise, Ayvalık’ta Pazar var demek. Pazar varsa sokaklar da rengarenk demektir. Pazara inen köylü kadınlar rengarenk giysiler içinde alışverişe gelir. Bu bir gelenek oldu burada. Her perşembe çevre köylerden, ürününü satmak ve alışveriş yapmak için kadınların en güzel giysileri ile pazara geliyorlar. Gerçekten her biri birbirinden güzel oyalı yazmaları başlarında, rengarenk şalvarları ve mintanları ile özel görüntüler yaratıyorlar.

Pazardaki meyve sebze bolluğu da gözden kaçmıyor. Köylülerin emek vererek ürettikleri ürünlerin en tazesi, en hesaplısı bu pazarda. İnsanın gözü bir türlü doymuyor. Aldıkça alası geliyor. En iyisi yiyeceğinden fazlasını alıp, buraya ulaşamayanlara değerli bir hediye olarak vermek.

Deniz tarafı Ayvalık’ın görünen yüzü. Bu nedenle kısa bir mola verip yola devam edenlerin kaçırdıkları inanılmaz. Görünmeyeni de arka sokaklar saklıyor. Rum nüfusun yoğun yaşadığı mübadele öncesi yapılmış olan Ortodoks kiliseleri bugün hala ayakta. Ama kilise olarak değil, yine bir ibadethane, cami olarak. Saatli Cami, Çınarlı Cami ve Hayrettin Paşa Camisi bunların en görkemlilerinden. Dışarıdan baktığınızda ihtişamlı bu yapıları içerden gördüğünüzde hayranlığınızı gizleyemiyorsunuz.

Bir de Taksiyarhis Kilisesi var. Bu kilise Ayvalık’taki en eski yapı ve müze olarak hizmet veriyor. Saatli Cami (Aya Yannis Kilisesi) çarşı içinde harika bir yapı. 1944 yılında depremde çan kulesi yıkılmış. İkonaları da badana ile kapatılmış. Çınarlı Cami (Aya Yorgis) işlemeli sarımsak taşları görülmeye değer. Çarşı Caddesi'nin sonunda ziyaretinizi bekliyor. Kato Panaya Kilisesi, camiye çevrilmiş hali ile Hayrettin Paşa Camisi ise mavi renklerin hakim olduğu huzurlu atmosferi ile içine girenleri adeta büyülüyor.

Ayvalık’ın mutfağı tipik Ege mutfağı olmakla birlikte, kendine özgü yanları da çok. Ne demişler, her yiğidin yoğurt yiyişi farklı. Havasından mıdır, suyundan mı, ben burada yediğim yemeklerden ve özellikle mezelerden bir başka tat alıyorum. Hem doğal, hem lezzetli, hem de çok sağlıklı bir mutfağı var Ayvalık’ın. Ayvalık iklimi ve verimli toprakları sayesinde sadece doğada yetişen otları ile değil adaçayı, kekik, ebegümeci, funda, gelincik, ballıbaba ve papatya türlerinin yansıra, funda benzeri dikenli bitkilerin de yaşam alanıdır. Ayrıca çevresi zeytin ağaçları ile kaplı olan bir doğa harikasıdır.

Çarşı içinde hala eski düzen hizmet veren lokantalar var. Esnafın da yemek yediği, Ayvalık’a gelen konukların da lezzetli yemekleri tattıkları lokantalar. Kıyıdaki Rakı-Balık-Ayvalık veya Ayvalık Tostu ise ayrı bir dünya. Hele çarşıda arkadaşım ile birlikte çorba içtiğimiz bir küçük lokanta var ki, uzun süredir böyle lezzetli çorba içmemiştim. Kelle paça, ayak paça çorbaları bir efsane. Çorbacı Yücel’i bilmeyen yok. Birkaç çeşit yemek de yapıyor. Bir de Ayvalık’ın pazarı olan Perşembe günü ciğer. Ciğer bu kadar mı lezzetli, bu kadar mı yumuşak olur. Ben de artık müdavimi oldum.

Cunda veya Alibey adası sadece bir ada değil, adeta farklı bir dünya, farklı bir kültür. Ayvalık’ın bir parçası olmasına karşın, kendi kişiliğini koruyor. Çok özel yapıları, papalina ve mezeleri ile meşhur kıyı restoranları, keyifle kaybolabileceğiniz arka sokakları ile size çok keyifli anlar yaşatıyor.

Restore edildikten sonra şimdi müze olarak hizmet veren Taksiyarhis Kilisesi de ilginç objelere ev sahipliği yapıyor. Son yıllarda açılan zeytinyağı, süt ürünleri, hediyelik eşya satan dükkanlar da ara sokakları cıvıl cıvıl yapıyor. Özellikle de iyi restorasyon ve zevkli dekorasyonu ile yapılmış yeni butik otelleri görmekten çok mutlu oldum. Bir şekilde tarih tekrar hayat bulmuş gibi geldi bana.

Buraya gelip de Şeytan Sofrası'na gitmemek, güneşi burada batırmamak olur mu? Olmaz tabii. Gerçekten buradan Ayvalık ve adaları, doğal güzellikleri çok farklı gözüküyor. Şeytan’ın ayak izini görüp, akşam kızıllığında güneşin batışını izlemenin tadına doyulmuyor. Şeytan Sofrası’nın eski hali çok daha doğal ve güzeldi.

Buranın özel kişilere kiraya verilmesi ile tamamen ticari bir durum oluştu. Manzara aynı manzara, ama buranın doğallığından eser kalmadı. Yapılan düzenlemeler doğallığını aldı götürdü. İki dakika manzara seyredip, birkaç fotoğraf çekecek olsanız bile, dünyanın park parasını ödemek zorundasınız. Rahatsızlık veren bir durum.

Buranın Sarımsağı ünlü müydü bilmem ama, dünyanın pek çok yerinden insanların tercihi Sarımsaklı plajlarıdır. Serin ve berrak denizi, kumu ve öğleden sonra denizden esen Meltem rüzgarı ile insana “Cennet burası” dedirtiyor. Karşısındaki Midilli Adası'nın evleri, Uzo fabrikasının kırmızı beyaz boyalı bacası da çıplak gözle seçilebiliyor.

Bir de burada çıkan Sarımsak taşı diye bir taş var. İşlemesi kolay ama o derecede estetik ve dayanıklı. İzmir’in seçkin konakları, camileri, kamu binaları bu taşla inşa edilmiş. Ayvalık’takiler zaten öyle. Sarımsak plajından çıkan bu taş şimdi korumaya alınmış.

Ayvalık artık sadece kum-güneş-deniz ile değil, sahip olduğu diğer değerler ile öne çıkmalı. Yazlıkçıların egolarına yenik düşmemeli. Doğası, huzuru, zengin mutfağı ve tarihi değerleri ile Ayvalık üst kategoride turizm yapmayı hak ediyor. Bu gidişimde buna yönelik kıpırdamalar beni mutlu etti. Umarım Ayvalık bir gün hak ettiği değere kavuşur, katma değeri yüksek turizm ile değerlendirilir.