Şaşırttı mı? Hayır. Kalibresi, tıyneti, fıtratı, zihniyeti, çapı çeperi neyse, o dile geldi. Ne 23 Nisan’a denk gelen konuşması, ne de TBMM Başkanı olarak böylesi tümceler kurabilmesi tesadüftü. Kentlere bombalar roketler düşerken, lağım patlaması gibi her gün kaç çocuğun mahvedildiği öğrenilirken, arkadaşın beyanı gündem yaratma-çarpıtma debelenmesinin “bu kadarı da olmaz!” hali miydi? İktidar ve özgüven şişinmesinin “şimdi sırası mı?” türünden bir ikrarı mıydı? Ona da kendi cenahı yanıt arama, pervasızca kılıflardan kılıf derleme çabasındadır. Biz şaşıranlara şaşırıp, diyoruz ki, İsmail Kahraman bir aynadır.
Laikliği ve kapsadığı tüm değerleri yok saymaya ve ortadan kaldırmaya dayalı bir dünya görüşünün ve aktörlerinden yalnızca birisinin söylediklerine şaşırmak, tek kelimeyle “cehalet”, iki kelimeyle “komadan uyanma” itirafıdır. İsmail Efendinin söylediklerini ve tepkileri okuyunca, şu notu alıvermişiz:
“Şeriat hayatı tepeden tırnağa belirleyen ve bunu kabul etmeyeni yok etmeye dayalı bir toplam; laiklik, hayatı insandan yana özgürleştiren ve seçenek zenginliğini, demokratik ve çağdaş bir platformda sunup, bireyselleşmeden toplumsallaşmaya yol çizen bir temeldir. Bugün, başta Haziran olmak üzere, laikliğin olmazsa olmaz bir duruşla savunulması, sol adına bu ülkedeki en anlamlı itirazlardan ve sahip çıkmalardan biridir ki, gecikmişliğin nelere yol açtığından yeterli derslerin çıkarıldığını ummak bile, çok sevindiricidir.” Şimdi bu notu kerteriz edinip, İsmail Efendiye neden “ayna” dediğimizi açıklamaya çalışalım.
Demek ki neymiş? Bunlarla aynı dili konuşmanız, aynı akıl ve mantık silsilesi içinde konuşuyorsunuz anlamına gelmiyormuş. Cafcaflı ve hayatın gerçekliğinde karşılığı olmayan, ayakları yere basmayan söylemlerle, demokrat olmadıklarını bas bas dile getirenlere, “Hayır, siz demokratsınız” demek bir işe yaramıyormuş. “Yetmez ama evet”çi taifesine, bir gün ne halt ettiğinizi, yaşayarak öğreneceksiniz dememizin bir hikmeti varmış. Elde minik flama bayrak, ağızda söylene söylene içi boşalmış sloganlarla, kendi muhitimizde Cumhuriyetçilik, devrimcilik yaptığımızı sanırken, şeriatçı tosun aleni biçimde “Kahrolsun laiklik!” demenin koşullarını ve de dinleyip peşinden gelecek kitleyi oluşturuyormuş.
Demek ki neymiş? Kadim bir dünya görüşünü, doğru dürüst okunmadığı ve bilinmediği her gün kanıtlanacak biçimde, etnik kökene özgürlük (!) safsatasına indirgemenin, solla, devrimcilikle alakası yokmuş. Emperyalizme, feodalizme, şeyhlere, şıhlara, melelere karşı küçücük bir itiraz dillendirmeden, emekten, sınıftan yana bir tek söz etmeden, “sol” olunamazmış, kendini bir alternatif olarak sunamazmış.
Demek ki neymiş? Çıktığı yumurtayı beğenmeyen civciv örneği raşitik yaklaşımlarla, Cumhuriyeti, kurulması için uğraşanları, yüzlerce yıl bir ailenin her türlü baskısı altında yaşayan bir coğrafyadan bir “ülke” çıkaranları, şımarıkça, küstahça, saygısızca itibarsızlaştıranlarla kol kola olmanın, onlara entelektüel zemin (!) hazırlamak için çırpınmanın, “aydın” olmakla, “özgür düşünce” ile alakası yokmuş. Zaman ve zemin yaratmak için türlü kumpaslar kurulup, hayatlar karartılırken, şakşakçılığa soyunmanın, her şeyden önce ahlaki, vicdani vebali varmış.
İsmail Efendi yeni bir şey söylemedi. Suretimize ayna tutup, adresimizi tanımladı. Çarpıklığımızı gösterdi diye, aynaya kızmak, keşke işe yarasaydı. Yineleyelim: laiklik çevresinde toplanmak, sol adına bu ülkedeki en anlamlı itirazlardan, buluşmalardan ve sahip çıkmalardan biridir ki, gecikmişliğin nelere yol açtığından yeterli derslerin çıkarıldığını ummak bile, çok sevindiricidir. Gecikmişliğin bu coğrafyadaki tahribatını görmek için, bu topraklar çok şey söyledi. “Yumma gözün kör gibi!” bunlardan yalnızca biridir.