Nereye gitsek karşımıza çıkan arkeolojik değerlerimizin farkında değiliz ve ancak yurt dışındakileri görünce “Bizde bunların çok daha eski dönemlere ait, kat kat fazlası ve çok daha güzelleri var” diyoruz. Özetle, potansiyelimizin yüzde 5’ini bile kullanamadığımız bir alan, arkeoloji turizmi. Ve can çekişen ekonomimize kısa zamanda hayat öpücüğü sunabilecek durumda.

Türkiye’de arkeoloji bilimi son yıllarda olumlu yönde önemli gelişmeler gösterdi; devam eden kazıların önemli bölümü artık Türk ekipler tarafından başarıyla yürütülüyor. Halkımız kültür değerlerimizin daha çok farkına varmaya ve onlara sahip çıkmaya başladı. En güzel örnek Zeus Sunağı’nı Berlin’den Bergama’ya geri getirmeye çalışmaları… İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in önderliğinde, CHP – İYİ Parti ve AKP işbirliği ile devam eden çalışmalar ses getirmeye devam ediyor. Berlin’deki Pergamon Müzesi nedense ‘renovasyon’ gerekçesi ile 2025’e kadar kapatıldı. Hukuk dışı yollarla kaçırılan birçok eserin Türkiye’ye geri getiriliyor olması sevindirici, emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.

Halen birçok eksiklik olsa da son yıllarda gezdiğim bazı arkeoloji müzeleri her yönden çok başarılıydı; örneğin Çanakkale Troya Müzesi ve Uşak Arkeoloji Müzesi. Bir ay önce dostlarla gittiğimiz Hatay’daki (Antakya) iki arkeoloji müzesi de muhteşemdi; Hatay sırf bu müzeleri görmek için bile gitmeye değer.

HATAY NEDEN MUTLAKA GÖRÜLMELİ?

Ünlü Şuppiluliuma Heykeli’nin ve seçkin birçok eserin sergilendiği Hatay Arkeoloji Müzesi, 3250 metrekarelik mozaik alanı ile dünyanın en büyük mozaiklerinin sergilendiği müze unvanına sahip. Necmi Afsuroğlu Arkeoloji Müzesi ise taban mozaiklerinin yerinde korunarak sergilendiği dünyadaki sayılı örneklerden biri, 1050 metrekare alan ile dünyanın tek parça en büyük mozaiğine sahip ve üzerine bir otel inşa edilmiş.

Mozaikler, minik taşların bir araya getirilmesiyle oluşturulan muhteşem estetiğin yanında, çoğunlukla derin bir felsefe de barındırıyor. Bu felsefe bazı mozaiklerde yer alan bir veya birkaç sözcükle pekiştirilmiş. Örneğin elinde şarap, yanında ekmek, yan gelip yatan iskeletin üzerindeki ‘Efro sinos’ sözcükleri “Neşeli ol, hayatın tadını çıkar” anlamına geliyor.

Hatay için rahatlıkla ‘Mozaik Sanatının Dünyadaki Merkezi’ diyebiliriz ve tanıtımını bu şekilde yapabiliriz. Hatay’ın kendisi de bir mozaik diye düşünülebilir, ancak her ne kadar künefesi ile ünlü olsa da farklı kültürlerin, renklerin ve dinlerin iç içe geçtiği, birlikte piştiği, tatlarının birbirine karıştığı bir aşureyi andırıyor, daha çok. Bunu en iyi yansıtan, Hatay’da izleme fırsatını bulduğumuz 2012’de Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen Antakya Medeniyetler Korosu’nun çok başarılı konseri oldu.

Hatay’da üç büyük dinin ibadethanelerini yan yana görmek olası. Habib-i Neccar dağı yakınındaki mağaradan dönüştürülmüş Saint Pierre Kilisesi’nde Hz. İsa’nın 12 havarisinden Aziz Petrus’un ilk vaazı verdiği, cemaatin ilk kez Hıristiyan adını aldığı söyleniyor ve 1983’te Papa VI. Paul tarafından Hristiyanlar için hac yeri olarak ilan edilmiş. Bugünkü Türkiye sınırları içerisinde inşa edilen ilk cami olan Habibi Neccar Camisi de mutlaka görülmeli.

Hatay’da görülmesi gereken diğer yerler Samandağ’daki Ermeni köyü Vakıflı, Hıdırbey köyündeki Musa’nın ağacı, Roma İmparatoru Vespasian tarafından yapılan Titus tünelleri, Beşikli Mağara, Altınözü’ndeki Cam Teras ve Ters Ev, HAZEK Zeytin Emeği Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi, Tokaçlı Zeytin Müzesi ve Uzun Çarşı. Kaldığımız ressam Gali ailesinin harika resimleri ile süslenmiş Maison Gali Oteli ve yönetimi, yemek yediğimiz Melek Konağı, Hikmet’in Yeri ve Tugay Kasabı, kahvaltı ettiğimiz Gümüş Kafe başarılıydı.

Sonuçta, bir arada barış içinde yaşayan farklı kültürleri, müzeleri, tarihi ve dini mekanları, harika yemekleri ve tatlıları, başta müzik, sanata verdikleri değer, canlı gece hayatı nedeniyle, Hatay 2-3 günlük tatiller için ideal bir yöre; İzmir’den doğrudan uçak seferi olması büyük avantaj.