Birbirlerinden yaklaşık 50 yıl ara ile yaşamış ama benzer hikâyelere sahip iki muhteşem kediden bahsedeyim bu hafta size…

1960’lı yılların sonları… İzmir’in Hatay semtinde eski sinemanın dik yokuşlu sokağında oturuyor annem ve ailesi. Evin bahçesinde kuzguni siyah tüylere, yemyeşil delici bakışlara sahip bir kedileri var. Adı Arap.

Arap nevi şahsına münhasır, özgür ruhlu bir sokak kızıydı aslında… Bahçeyi evi bellemiş; annem ve dedem de iki kedisever olarak zaman içinde Arap’ı besleme ve kollama görevini üstlenmişti.

Derken bir gün, dedemler taşınma kararı alıyor. Mevcut evlerinden 5 kilometre ötedeki bir mahallede ev alıyorlar.

Taşınırken Arap’ı geride bırakıyorlar. O zamanlar 11-12 yaşlarında olan annemin çocuk kalbi kırgın, kedisini bırakacağı için çok üzülüyor. Ananem ona, “Kediler insanlara değil mekânlara bağlanır. O, bahçesinde mutlu. Sen hiç merak etme, bizden sonra gelecek aile de Arap’a çok iyi bakar” diyor.

Annemler yeni evlerine taşınıyor. Aradan 10 gün geçiyor. Bir gün annem bahçede bir karaltının kıpırdadığını görüyor. Sonra karaltıdan “miyuuuv” diye bir ses yükseliyor. Annem “Araaaaaap!!!! Bizi buldun!!” diye sevinçle bağırıp, kedinin boynuna atılıyor.

Arap, nasıl yaptıysa iz sürüp annemleri buluyor. O zamanlar yollar, caddeler de yok. Tarlaları, boş arazileri geçip yeni eve varıyor kara kedi. Yolculuk yüzünden bitkin ve yorgun düşmüş, hayli zayıflamış, patisini de incitmiş. Annem hemen dedemi arayıp durumu anlatıyor. Dedem, “Taksiye atlayıp Fuar’a gelin” diyor. O zamanlar İzmir’de bir tek Fuarın içindeki belediyeye ait veterinerlik var. Neyse, ailecek kediyi veterinere götürüp, tedavisini yaptırıyorlar.

Arap, o günden sonra annemlerle ömrünün sonuna kadar mutlu mesut yaşıyor.

Ailemizde sık sık anlatılan bu hikâyede Arap’ın, hayatında hiç görmediği bir evi nasıl bulabildiğinin sırrını henüz çözen olmadı.

Ha bu arada, kediler bal gibi de insanlara bağlanır, Arap da bunun kanlı canlı örneği.

***

Şimdi takvimi günümüze saralım. Ocak 2020. Halam bahçesinde baktığı kedilerden Cingöz’ü Urla merkezdeki veterinere götürüyor.

Cingöz 1 yaşında adının hakkını veren, zeki, kurnaz, enerji dolu ama sevecen bir oğlan.

Nasıl oluyorsa oluyor, Cingöz veteriner korkusuyla kafesten kaçıp kendisini sokağa atıyor ve saniyeler içinde gözden kayboluyor.

Halam ve eniştem arıyor, tarıyor ama Cingöz yok. Sanki yer yarılmış da içine girmiş gibi. Sonunda çevre esnafa haber bırakıp, boş kafesle dönüyorlar evlerine.

Evleri Urla merkezden kilometrelerce uzakta. Ta, Umutköy’de…

Akşam halamı uyku tutmuyor. Cingöz nerede, iyi mi, aç mı, tok mu? Düşüne düşüne sabahı ediyor. Sabah çayı koyup, biraz hava almak için bahçeye çıkıyor. O da ne? Cingöz bahçe masasının üzerine kurulmuş, kahvaltı saatinin gelmesini bekliyor.

Halam bir an hayal gördüğünü sanıyor, gözlerini ovuşturuyor ama evet, karşısındaki Cingöz’den başkası değil.

Hayatında halamın evinin 200 metre ilerisine geçmemiş Cingöz, caddeleri aşıp, arabalardan kaçınıp, mahalleler, tarlalar arasından geçip nasıl yaptıysa evin yolunu buluyor.

Tıpkı Arap gibi, Cingöz’ün bu hikâyesi de daha uzun yıllar aile arasında anlatılacak gibi.

Cingöz ve Arap’ın gözlerinden evlerini bulma macerasını film gibi izleyebilmek için neler vermezdim… Ama maalesef hayal gücümle yetinip, bu iki muhteşem kedinin azmine, sahiplerine olan sevgisine ve gizemli navigasyon yeteneklerine daha uzun yıllar hayran kalmaya devam edeceğim.