Kimse kusura bakmasın, ne memleketin içinde kibirle didişen siyasiler umurumda ne de oturduğu koltuğu, vatandaşa borçlu olduğu halde, vatandaşı adam yerine koymayanlar umurumda.

Sadece iki konu var. Birincisi susuzluk riski, ikincisi toplumsal sağlık.

Sağlığımız Allah’a emanet malum. Hem diyorlar “iki aşı” lazım hem de ikinci aşılar gelmeden “seçilenlere” tek aşı vuruyorlar. Hiç kızmasın birileri, bu işte de “adamı olan aşılanıyor” gibi bir duygu hâsıl oldu bende. Corona olayında “tarih” yazdığımıza kuşkum yok. Zaten biz depremden, ekonomiye sürekli “tarih” yazıyoruz. Neyse bu konuyu gelecek yazıya bırakıyorum. Sanırım yine “çok konuşan” ama “yaralı parmağa yara bandı saramayan” oda başkanlarına da bir çift sözüm olacak. Onları seçenlere mi yoksa egemen iradelere mi saygıları anlamak mümkün değil.

Benim derdim “susuzluk”. Yakın gelecekte vuracak bizi. İnanın kuşkum yok. Önce NASA bir harita yayımladı geçen günlerde hem de Türkiye haritasıyla. Ardından da geçtiğimiz gün İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, yanına İZSU Genel Müdürü Aysel Özkan, Genel Sekreter Buğra Gökçe ile pek çok üst düzey bürokratı da alıp Kiraz’a gittiler. Zira Kiraz’da her geçen gün artan su ihtiyacı varmış. Hatta bu ihtiyacı karşılamak için İZSU, 16 ayrı mahallede 27 su kuyusu açmış. Başkan susuzluk riski konusunda da ciddi konuşmuş aslında. “Aklımızı başımıza toplamalıyız” demiş. Evet toplamalıyız. Başkan Tunç Soyer’i anlamazdan gelenlere NASA’dan haber vereyim önce.

NASA, Türkiye'nin yeraltı sularının durumuyla ilgili bir harita yayımladı geçen hafta. Haritaya göre Türkiye'deki yeraltı suları neredeyse yok olmak, tükenmek üzere. Aslında ciddi kuraklığı yaşıyoruz ama derdimiz olamıyor nedense. Su konusunda “ağustos böceğinden” farksızız. İyi bakın siz de lütfen, büyütün ve bir daha bakın. Nerede yeraltı sularımız? İnek mi içmiş, güneş mi buharlaştırmış ne olmuş? Renkleri de yazayım size. Mavi renk, su olan bölgeler, kırmızı ve turuncu ise olmayan veya az su olan bölgeler.

Hani? Nerede bizim mavi alanlar?

Olmaz… Çünkü kafamıza göre şehir içinde çekiyoruz suları. Siteler, apartmanlar, halı yıkamacılar, oto yıkamacılar ne kullanıyor? DSİ pek çok yerde yeraltı sularının kullanımını yasaklarken, İzmir’de “kafalarına göre” kuyu açanlar için neler yapılıyor, araştırmak lazım?

“20 yıl öncesine kadar 10-15 metrelerde su çıkan Kiraz'da, artık su bulmak için 250-300 hatta 350 metrelere kadar inilmesi gerekiyor” diyor Başkan Soyer. Eğer gerçekten duyarlı bir toplum olabilseydik, sadece bu sözler dahi “flaş haber” olurdu. Büyük televizyonlar açık oturumlar düzenler, “20 yılda ne ettik de böyle oldu” diye sorardı. Başkan Tunç Soyer özellikle “yanlış tarım politikalarına, alışkanlıklarına” vurgu yapıyor ama tarım kadar önemli olan, yerleşim merkezlerindeki değişimler. Çünkü NASA haritasında İzmir ve çevresi kıpkırmızı…

“Tarım Eylem Planı” ile yeni bir dönem başladığını söylemiş Başkan: “Bu coğrafyanın iklimine, toprağına uymayan, geleneklerine, kadim kültürüne uymayan yöntemlerle, hayvan ırklarıyla bugüne kadar tarım politikaları yürütüldü. Şimdi bunun bedelini ödüyoruz. Öncelikle tarımdan başlayacağız. Çünkü kullandığımız suyun Türkiye genelinde yüzde 77'si tarımda kullanılıyor. Bizim öncelikli hedefimiz yüzde 50 seviyesinde azaltmak ve tasarrufu öne çıkarmak. O nedenle yepyeni bir tarım politikası, yepyeni tarımsal ürün deseni oluşturmaya çalışıyoruz.”

Haydi, hayırlısı bakalım. Tarımın kullandığı yüzde 77, geri kalanı ise biz. Demek ki geri kalanı da uyarmak gerekiyor. Her damla suyu tüketirken düşünmek hatta su tüketiminde yeni yöntemler belirlemek de gerekiyor. Lütfen musluğu açınca, bir gün akmayacağını da hayal edin!

MENEMEN DEMEK KUBİLAY DEMEKTİR!

Menemen önemli… Orada yaprak kımıldasa, aklımıza o şehitler gelir. Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına, birliğine, huzuruna, bekasına saldıran ve bunun için de utanmadan kutsal değerleri alet eden ajan ruhlu, kör cahil aydınlık düşmanlarının tepelenmesi gelir akla Menemen deyince. Bugünlerde siyasal olarak hareketli Menemen. Ama dedim size, ben siyaset yazmayacağım. Ben Menemen ile ilgili başka bir hatırlatma yazacağım. Çünkü bu yıl Kubilay’ı anma bana tatsız geldi. Bir yandan pandemi bir yandan akla ziyan siyasal hamleler biraz geri bıraktı sanki Kubilay’ı.

Oysa geçmiş yıllarda öyle miydi?

Cumhurbaşkanından Genelkurmay Başkanı’na, Kuvvet Komutanı’ndan Ordu Komutanı’na, Vali’den Belediye Başkanı’na, milletvekilleri, öğrenciler, halk aynı eşit heyecan ve hüznü duyarlardı. Açıklama yaparlar, soğuğa aldırmadan yürürler ve şehitlerin ruhları şâd olurdu.

Ama son yıllarda ana haber bültenlerinde bile durulmuyor Kubilay’ın şehadeti.

Hurşit Tolon paşayı yazarken geldi aklıma. İzmir’de bir efsane paşa daha vardı. Hemen baktım arşive ve buldum.

Tarih 23 Aralık 2003 Salı… Yer Menemen. Şehit Kubilay anılacak yine. Şimdi hayal gibi ama bakar mısınız katılanlara? İzmir Valisi Yusuf Ziya Göksu, Ege Ordu ve Garnizon Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, NATO Güneydoğu Avrupa Müşterek Kuvvetler Komutanı Orgeneral Orhan Yöney, askeri yetkililer, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina, Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ülkü Bayındır, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı, CHP Grup Başkan Vekili Kemal Anadol, CHP İzmir Milletvekili Bülent Baratalı, CHP İl Başkanı Alaattin Yüksel, belediye başkanları, öğrenciler ile çevre il ve ilçelerden gelen vatandaşlar. Öyle bir tören yapılmış ki, zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök mesaj yollamış ve okunmuş. Ama törenin sorumluluğunu Bornova 57. Topçu Tugayı taşıyormuş. Ve o zamanki komutanının soyadı da “Kubilay’mış”. Tuğgeneral Ali Vahit Kubilay!

Çıkmış kürsüye Kubilay Paşa ve konuşmuş. Ama ne konuşma. Ben günlerce yayımladım bu konuşmayı sabah yayınımda. "Günümüzde de her şey Atatürk'ün ilke ve inkılapları doğrultusunda, aklın ve ilmin ışığında gerçekleştiğini söylemek zordur. Bugün için de yurtiçi işbirlikçileri ve yurtdışı destekçileri ile beraber, insan hakları ve demokrasiyi alet ederek, bölücülüğü siyasallaştırıp, ülkeyi bölmeye çalışanlar, dini inançlarının baskı altında olduğunu iddia ederek, teokratik devlet özleminde olanlar, Atatürk ilke ve inkılaplarını kabul etmeyip laik devlet düzenine karşı çıkanlar vardı. Yarın da olacaklardır. Ne var ki bunlar emellerine asla ulaşamayacaklardır."

Günlerce yayınlayınca dayanamamış Paşa. Bir telefon ve ben Bornova’da o tarihi karargâh binasındayım. Binadan etkilenmemek mümkün mü? Hani sanki tarih 9 Eylül 1922'de, odanın kapısı açılacak bir kuvvacı paşa çıkacak… Odanın kapısı açıldı ve Kuvvacı paşa Ali Vahit Kubilay. O gündür bu gündür görüşürüm Paşamla, kıymetli eşiyle. Koskoca paşa ama askeriyle, onların aileleriyle hep baba gibi ilgilenirdi tugayda. Bornova’nın vazgeçilmeziydi Ali Vahit Paşa. Hani şimdilerde “ordu millet elele” diyorlar ya? Yahu Anadolu’da o eli hiç bırakmadı ki millet. Yaşanan tüm olumsuzlukların nedeni ise o el ele olan kadim güç hırpalanırken görmeyen gözlerin, duymayan kulakların sinsi ihanetiydi.

Vahit Paşa hala yüreği millet için çarpan bir paşa. Tertemiz giydiği üniformasını emekli olunca yine tertemiz çıkardı. Kitap okuyor bolca şimdi. Pandemi yüzünden evde ama sesini duyunca mutlu oluyorum. Lakin o yüreği var ya, o yürek bıkmadan vazgeçmeden “yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa” diye çarpıyor.

Umarım Menemen’de “Kubilay’ın” hainler tarafından katli hiç unutulmaz ya da küçümsenmez.

YİNE Mİ HORTLADILAR?

Şimdilik kısa geçeyim. Kulağıma sanki acayip sesler geliyor. Sanki bazı mezarların kapakları açıldı da, alışkın oldukları binaları soruyorlar. Ama yıkıldı ki o binalar! Kramer Palas da yok artık Sporting Club terası da, Vali Rahmi Bey de yok artık “Mistır” Konsolos da…

Araştırıyorum yazacağım. Yine başladı “İzmir açık şehir olsun” teraneleri. Sanki yeni kelam bunlar. Bu laflar ilk edildiğinde “mütareke” ya imzalanmıştı ya da imzalanmak üzereydi. Ama demedi demeyin, Sporting Club olmasa da “muadilini” öğrendim, Kramer Palas olmasa da “muadilini” gördüm. Ama canımı sıkan şu ki, alem-i cihana “kuvvacıyım” diyenlerin oralarda ettikleri tehlikeli kelamlar. Lakin bilin ki ne “beş çayları” artık olur ne de “eyvallahçı” İngilizci valiler. “Hasan Tahsinlerse” hiç bitmez İzmir’de!