Ahmet Uysal’ı ne zaman ansam güleç yüzü, içtenliği, şiire ve İda’ya adanmış yaşamı aklıma gelir.

Şiirini söylenceler ülkesi “İdalı” aşklara, serüvenlere, sulara, rüzgârlara, ışıklara, aydınlığa adamış gibidir. “Sonsuz ve Uzak” adlı kitabının önsözünde kendisi de bunu vurgular: “İda’ya, Troya toprağına, yaz ırmağına, hayıtlara ‘ilan-ı aşk’ tır yazdıklarım.”

“Şiire yetmeyen zaman” dır sanki 73 yıllık yaşamı… Nice kâğıtlara, dosyalara, dergilere, kitaplara, seçkilere girse de şiire doymamıştır. “Şiire yetmeyen zaman / Nasıl da yanılttı seni / Sen ki daha bir çocuktun / Bir yaşamı alıp gitti / Şiire yetmeyen zaman” derken, soluk soluğa o güzelliği, ardında kalan şiirlerin adını fısıldayacağını paylaşır bizimle.

Ahmet Uysal, Ahmet Günbaş ve Bülent Güldal’ın birlikte oluşturdukları Şiirtüven Sofrası Ezgileri’ndeki rengaları bu üç şair dostun lirik sesleriyle doludur. O kitabın girişinde Bülent Güldal ve Ahmet Günbaş’ın şu sözlerini değerli bulurum: “Güzel bir kışkırtıcıydı o! Durmadan şiire kışkırtırdı herkesi. Varı yoğu, açarı, umudu, düşü, hayali, yaşam biçimi, her şeyi şiirdi. Sustuğu şiirle açıklanır, düzyazısı bile şiire yakın düşer, lirizmi Şiirtüven’ce dökülürdü ağzından.”

***

Böyle bir şaire zaman yeter miydi hiç? Ahmet Günbaş da değerbilirlik gösterip Ahmet Uysal’ın tüm şiirlerini iki ciltlik “Şiire Yetmeyen Zaman”la sonsuzlaştırdı. Günbaş’ın emeğini, özenli çalışmasını alkışlıyorum. Derli toplu bir Ahmet Uysal belgeseli.

Ben de Ahmet Uysal’ı Ahmet Günbaş aracılığıyla tanıdım, sevdim, saygı duydum, şiirli güzel zamanları paylaştım.

Daha 1960’lı yılların başında şiirler yayınlamaya başlayan Uysal, ilk şiir kitabı Sularla (1994) çıktığında 56 yaşındadır. O kitabın ardından şiiri aşka dönüştürür, şiir ırmağında yüzer, İda rüzgârını da arkasına alıp coşkuyla sarılır şiire.

İda mevsimleri, İda sonsuzluğu, İda kumsalı, İda gülü, İda zambağı, İda selamı, İda öpücüğü, İda avlusuyla… Bir İda Sözlüğü oluşturur sanki.

Ahmet Uysal’la son görüşmemiz Altınoluk Şiir Günleri’nin 9 – 10 Nisan 2011 tarihlerine denk gelmişti. Mine Ömer, Mehmet Sadık Kırımlı, Ahmet Günbaş’la İzmir’den otobüsle Altınoluk’a güzel bir yolculukla vardığımızda Ahmet Abi karşılamıştı bizi; yüzü güleç, gözleri dost, yüreği sıcak…

***

Bülent Güldal, Ahmet Uysal, Mahzun Doğan, M. Hıfzı Aksoy’la şiirin İda şenliğini paylaşmıştık. Altınoluk garajından bizi uğurlarken, onunla son görüşmememiz olduğunu akla getirebilir miydik hiç? 3 Temmuz 2011’de sessizce aramızdan ayrılmıştı.

Okuyun Ahmet Uysal’ı, “Şiire Yetmeyen zaman”ı. Şiirleriyle Bursa’yı, İda’yı, Troya’yı, sevgi coğrafyasını, söz hevenklerini dolaşın, çok seveceksiniz.

SAİT FAİK’LE YAŞAMA SEVİNCİ

Dünkü gün 11 Mayıs’tı. Türk öykücülüğünün simge adı Sait Faik’in aramızdan ayrılışının 67. yılıydı. Anmadan geçebilir miyim şiire de dokunan bu büyük öykücüyü.

Günlük yaşamda yakaladığı sıradan olayları, sıradan insanların dünyalarını, yaşama sevincini öykülerinde duyumsamamak olanaklı mı? Onun için yaşamak mutluluk; mutluluksa yaşamaktır.

Peki "Haritada Bir Nokta" öyküsündeki şu sözleri kim unutabilir? Yeniden anımsayalım: "Söz vermiştim kendi kendime. Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında, sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye. Kalem, kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım..." Yazmak yaşamak, yazmak mutluluk, yazmak sorumluluk… Yazmasaydık?!.. Sahi ne oldurdu bize?

Şiire, öyküye, yazıya yeter mi zaman? Düşünelim…