Neler gördü bu gözler, neler duydu kulaklar...

İsim vermeyelim, ilk yıllarda “En çok neye seviniyorum biliyor musun, şu kadar zaman oldu bir ceviz kırmadım” diyerek amatörlüğü, mütevazılığı ile beni şaşırtan şaşkın başkanlar vardı mesela.

Aradan yıllar geçince aynı başkanın “Bu kent için kimsenin aklına ihtiyacım yok, ben en iyisini düşünürüm” diyen şişmiş egolarına çarpıp durduk.

Bu adam ne zaman bu kadar megaloman oldu, konuşurken çekinen, kızaran biri nasıl bu kadar değişir diye düşündüğüm oldu.

Yanıt basit: Koltuğun kudreti, erkin kuvveti.

Öyle ki bazen daha o koltuğa oturmadan sarıveriyor adamı.

İmza atmalı mıydı?

Son günlerin en çok konuşulan kişisi CHP İstanbul Belediye Başkan Adayı (başkan mı desek acaba, şimdi ne desek?) Ekrem İmamoğlu, daha o koltuğa oturmadan havasına girdi.

Haydi eğri oturalım, doğru konuşalım.

Ortalığı bunca bulandırıldığı atmosferde Başkan olarak kendini kabullendirmek için bir taktik uygulamaya çalışsa da, İmamoğlu’nun daha mazbatayı almadan Anıtkabir defterine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak yazması doğru muydu? Hayır.

Hukuk gücünün zayıfladığı bir yerde güçlünün hukuğu geçer mantığı hangi taktik söz konusu olursa olsun beslenmemeli.

Tamam, İstanbul gibi devasa bütçe ve büyüklüğü iktidarın elinden almak, hele 51 günde başarmak, kendini anlatmak, tüm Türkiye’nin tanıdığı, sempati duyduğu, takdir ettiği biri olmak kolay değil.

Ama işte koltuk bu. Oturmadan adamı şişirebiliyor, dört yandan ego üflüyor.

Üsküdarın girişinde duran at

Ya iktidar partisi? O muhteşem bütçeli ve erkli koltuğa gözünü öyle bir dikmiş ki yanlış üzerine yanlış yapmakta.

Yarattıkları kaosta boğulmaya başladılar.

Yüksek Seçim Kurulu yüzyılın baskısını yaşıyor.

Bizim topraklara gelecek olursak, oturmasına sayılı saatler kalan o koltuk umarız Tunç Soyer’i değiştirmez.

Mütevazılığı ve kollektif akıl anlayışını ruhuna sindirmiş biri izlenimini yıllardır koruyan Soyer, o koltuğa oturunca değişmez.

Dedik ya, neler gördü bu gözler.

Her cümlesine ‘icraatları ben’ değil, ‘biz’ gerçekleştireceğiz diye başlayan, kollektivizmi, kent kimliğini, doğayı dilinden düşürmeyen Soyer, en son ‘herşeyi ben bilirim’ mertebesine ulaşmaz. Nefret, intikam kültürü yerine tüm dinamiklerle birlikte güç olma gayesinden vazgeçmez.

Şimdilik inancımız da temennimiz de budur.

***

70 Milyonluk çiçek ve hüsran

Bir ilçe düşünün, uzun yıllar tarımsal üretimde dar alanlara sıkışmış, üretici emeğinin karşılığını almamış, alamamış. Ardından büyükşehir belediyesi yeni bir politikayla o ilçenin üretim kooperatifinden milyon TL’lerce alım yapmaya başlıyor, artan refah rakamlara yansıyor.

Köy yolları asfaltlanırken, depolar kuruluyor, sera yardımları yapılıyor. O ilçede tarımsal üretim 10 yılda 25 kat artıyor. Bu ilçe, Türkiye’nin Hollandası, çiçeğin başkenti haline geliyor.

Üreticinin de İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ilgisi, desteği büyük.

Rakamlara bakıyorum; Büyükşehir Belediyesi son 8 yılda Bayındır’dan 70 milyon TL’lik çiçek alımı yapmış. Ancak yerel seçimlerde rüzgar tersine döndü. Belde halkı tercihini bu kez AK Parti’den yana kullandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi daha çok çiçek mi satın aldı, bilemiyorum.

Ama bence CHP, Bayındır’ı kendisine ders konusu yapmalı, eskiden neden kazandık, şimdi niye kaybettik, aday profilinin önemi nedir diye en çok bu ilçede sormalı.