Eskiden çok güzelmiş. Güzelyalı'da evlerin önünde güneşlenip denize girerlermiş. Canları istediğinde balık tutarlarmış. Bayraklı'nın kefali, Karşıyaka'nın lidakisi bol olurmuş. Vapurla gezerken pırıl pırıl suyun dibini seyrederlermiş. Aşağısı adeta bir orman gibiymiş. Şehir içindeki müstakil evlerin güzelliği birbiriyle yarışırmış. Sokaklar çiçek kokarmış. Ah ne güzelmiş ne güzel...

Sonra kötü adamlar gelmiş.

Önce denizin etrafına Çin seddi gibi koca koca binalar dikmişler. Kıyılar bitince boş buldukları alanları bina ile doldurmuşlar. Bununla da yetinmeyip o binaların pis sularını denize akıtmışlar. Körfeze moloz dökmek sıradan bir iş olmuş onlar için. Fabrika atıklarının, çer çöpün genel merkezi konumundaki dereler kışın coşkuyla, yazın aheste aheste denize akıyormuş.

E bu güzel, gayretli rant çabası sonucunda güzelim deniz olmuş büyük bir lağım çukuru...

Şehir nefes alamaz hale gelmiş. Beton yığınları yeşil doğaya karşı büyük zafer kazanmış. Efsane İzmir kokudan girilemez bir şehre dönüşmüş...

Bu kotü adamları tanıdınız mı?

Hiç uzak değiller. Senin, benim, onun dedesi, atası...

Yani güzelim İzmir'de yaşayıp bize bunu reva gören insanlar.

Körfezi temizlemek için çok para harcandı. Onların pisliğini temizlemek kolay olmadı. Hala da çalışmalar sürüyor. Her geçen gün biraz daha iyi gözüküyor ama anlatılan denizle alakası yok...

Pis kokudan yeni kurtulduk.

Denizi çevreleyen ve çin seddini andıran binalara dokunulamıyor bile, çünkü onları yıkabilmek için Amerika'nın ekonomik gücü lazım.

Şimdilerde ise başka çaba var. Gökdelen yarışı... Bayraklı doldu taştı... Şehrin merkezine de bir gökdelen dikilmek isteniyor. Görkemli olacakmış. En büyük, en yüksek olacakmış. İzinler alınmış. İnşaatın başlaması an meseleymiş.

Maket resimlerini gördüm. Sipsivri duruyor. Neye benzettiğimi söylersem başım belaya girer.

Ama benziyor...