Sevgili okurlarım, 21. yüzyılda insanlığın yaşadığı en büyük sorun, gelişmeyen insan hakları
ve demokrasidir.
Bu hakların gelişmediği ülkelerde, devletin otoritesi artmakta, adaletsizlikler toplumda yaygınlaşmaktadır.
En büyük adaletsizlik ise gelir dağılımındaki eşitsizliktir.
Gelirlerin paylaşımındaki adaletsizliği çözme, devletlerin öncelikli görevi olmalıdır.
Hele hele eğitimdeki, sağlıktaki ve ekonomideki eşitsizlikler giderilmezse, toplumların sosyal dengeleri bozulur, demokratik hak ve özgürlükler yok olur.
Her devlet, yurttaşlarının temel yaşam düzeylerini yükseltmekle kendini yükümlü kılmalıdır.
Gelir ve kaynak dağılımında gözetilmesi gereken başlıca ölçüt ise hakkaniyet olmalıdır.
Devletler yurttaşlarının yaşamlarını kaderciliğe bırakmamalıdır.
Engelliler, işsizler, yaşlılar, yalnızlar ve yoksullar bütün toplumların ortak duyarlılığı ve kaygısı olmalıdır.
İnsanlığın çıkış noktasındaki başlıca çözüm, fırsat eşitliğinin tüm dünyada kurumsallaşması
ve yaygınlaşmasıdır.
Savaşların değil, barışın hâkim olacağı bir dünya için emeğin yüceliğine, hukukun üstünlüğüne, kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesine, refah düzeyinin yükseltilmesine, çocuk ve engelli haklarının korunmasına, yurttaşların demokratik katılım haklarına saygılı devlet anlayışlarının dünyada yaygınlaşmasına ihtiyaç vardır.
Savaşlar ancak böyle engellenir, dünyada barışın egemenliği ancak böyle sağlanabilir.
Sürdürülebilir kalkınma, sosyal adalet ve insanca yaşam için eşitlik, daha çok üretim ve hakça paylaşımı gerçekleştirecek bir iktidarın olması, ülkem için benim hayallerim.
Biz hayallerimizi koruduk ama acımasız yeni dünya düzeninde, başkalarının hayalleri bizim
umut yollarımızı kapatıyor.
İnsanlık her geçen gün kan kaybetmeye devam ediyor. İslam ülkelerindeki savaşlar insanlığı yok ediyor. Milyonlarca insan savaşlarda ölüyor.
Afrika’da ve dünyanın birçok fakir ülkesinde çocuklar açlıktan ölüyor.
Bizim hayallerimizde yoksulluğu yönetmek değil, tüm dünyada yoksulluğun ortadan kaldırılması yatıyor.
Bazılarının hayallerinde ise yoksullara yardım edip onları yönetmek yatıyor.
İşte Türkiye’nin bugünkü gerçeği: 10 çalışandan 8’i bankalara borçlu.
3 emekçi ailesinden biri yoksulluk sınırının altında.
Toplumun çok büyük kesimi kredi kartı ve ihtiyaç kredisi kullanarak yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
Bankalar milyarlarca lira kar ederken vatandaşların yüzde 90’ı borcunu ödeyemiyor.
Aşık Mahzuni Şerif boşuna söylememişti: “Adaletin bu mu dünya?”