Yaşadığımız yılı uğurlarken, gelecek olan yıla en iyi, en güzel, en özel duygularımızı taşırız. Umudun altını çizeriz. Sözleri süsleriz.

Bir de bakmışız ki girdiğimiz yeni yıl o dilediğimiz, kurguladığımız, hayal ettiğimiz, umutlandığımız, düşler oluşturduğumuz gibi geçmiyor. Kimi zaman daha kötüsüne bile bulaşıyoruz!

Yıl içinde gene bunalımlar, sıkıntılar, kavgalar, savaşlar, ölümler, kıyımlar, yıkımlar, kırımlar…

Kuşkusuz yaşam çelişkileri, karşıtlıkları, açmazları, tepkileri, eğrileri, doğruları, yanlışları ile de hep oldu, hep olacak. Önemli olan bu gerçekleri bilerek yaşamı kabullenmek, yaşama tanı koymak, yaşamı yaşanır kılmak…

Ne diyordu Murathan Mungan “Bir Yılın Son Günü” şiirinde?

“Bir yıl daha bitiyor / Düşlerim, tasalarım, yarım kalmış onca şey /

Her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden / Bana mı öyle geliyor /

Yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman / İnsan yaşlanırken?”

Umut yine çiçek açıyor, gönlümüzün gözeleri gelecek beklentisine doğru akışını sürdürüyor. Bu da insan olmanın duygusal tadı, tuzu, eylemi. Onu da yok edersek vay halimize!

***

Eskiden posta aracılığıyla her yılbaşı uzaktaki yakınlarımıza, dostlarımıza, akrabalarımıza kartlar gönderirdik. Kimisi pek süslü olurdu, kimisi sade. Tükenmez ya da dolma kalemle özene bezene ne güzel sözler ederdik.

PTT beş sözcüklük sınırlama da koymuştu, sınırı aşınca mektup sayılırdı. Postaya tomarla götürülür, pullar yapıştırılır, hadi bakalım ulaşsın yerlerine diye heyecanla postacıya teslim edilirdi. Sonra da gelecek kartlar beklenirdi; yanıt gelmeyenlere gücenme eksik olmazdı.

Şimdi öyle mi ya? Bilgisayardan gönlündekini uzun uzun yaz, bağlan, anında karşıya ilet. Telefonla, tabletle, bilgisunarla… Görüntülü görüşme için de sıkıntı yok.

Hangisi daha heyecanlıydı dersiniz?

***

Şöyle bir düşününce 2019 başladığından beri karanlık bir görüntü çıktı portaya! Depremler, orman yangınları, kadına şiddet olayları, işsizlikteki artışlar, tarımdaki gerilemeler, açlık-yoksulluk sınırındaki düşüşler, siyasal çekişmeler, söz dalaşları…

Yetmedi, bir karabasan gibi korona salgını… Dünya nereye gidiyor sorusunu sık sık sorar olduk.

Sahi dünya nereye gidiyor? Daha kötüsüne, daha beterine mi?

***

Sorular çoğalırken, kaygılar artarken, geleceğe dair belirsizlikler sürerken, korkular çoğalırken, insan gene de kimi günleri renklendirmeye, tatlandırmaya, çeşitlendirmeye çalışıyor.

Benim için de bu süreçte Gerence’de en mutlu olduğum anlar; dostlarımın, tanışlarımın yeni yayımladıkları kitapları oldu. Kimisini sanal ortamdan duydum, kimisi de zor koşullarda kargoyla ulaştı bana. Gelenlerin bir çoğunu ben de ya sanal sayfamda paylaştım ya da 9 Eylül’deki köşemden.

Daha yazamadıklarım da var. Kısaca onları da bir merhabayla anayım istiyorum.

Klaros Yayınları’ndan Seçkin Zengin “Şairime Mektuplar-1” ve Çocukluğuma Mektuplar”, Hüseyin Peker “Buyurun Arayın”, Yusuf Alper “Hüzün Bir Duruştur”, Hayri K. Yetik “Ben,Bana ‘Sen’ Diyen ‘Ben’i Yapan Eden Kimse”, Esin Ulutaş “Dut Ağacı Şahidimdir”, Lokman Kurucu “Ne Güzel Suçtur Öfke”, Mehmet Ali Tan” Çın Çınn”…

Pagos Yayınları’ndan Hülya Soyşekerci “Aynadaki Ayna”, Alpaslan Bilen “Öldürmeyen Yemekler Kitabı”.

Sina Akyol “Zamana Bırakılmış Yazılar” (Pikaresk Y.), Atalay Saraç “Ve…Su Gibi Titrer Ömür” (Şiirden).

Tüm dostlarımın kulağını çınlatarak, yeni yıl için yine iyi dileklerimi gönderiyorum. Kucaklaşacağımız günlerin özlemiyle…