Hazırlayan/ Av. Birgül DEĞİRMENCİ

Kadına yönelik şiddet ve cinsiyete dayalı ayrımcılık, ister kamusal alanda ister özel alanda meydana gelsin eğitim, siyaset, ekonomi, sosyal yaşam, gibi birçok yönde kendini gösteriyor.

Kadına yönelik şiddet Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 1993 tarihli BM Kadına Yönelik Şiddettin Önlenmesine Dair Bildirge’de;

‘…Kadınlara fiziksel, cinsel ve psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi özgürlükten yoksun bırakma’ olarak tanımlanmakta.

BM kadına yönelik şiddeti, kadınların yaşama, sağlık ve beslenme, eğitim, gelişme, toplumsal ve ekonomik yaşama katılım gibi temel insan haklarını ve özgürlüklerini ihlal eden önemli bir toplumsal sorun olarak belirliyor.

‘Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik’ mücadelesinin sembolü olan Fransız İhtilâlinden bu yana kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip olabilmek için çeşitli mücadeleler verdiler ve vermeye devam ediyorlar.

1948’den bu yana

1948’de kabul edilmiş olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden bu yana tüm insanlar için -cinsiyet ayrımı olmaksızın- temel hak ve hürriyetlerden yararlanma esası temel alınmakta.

Ancak uluslararası ve ulusal insan hakları anlayışları amaç, söylem ve araç olarak, hiçbir toplumda, kadınların insan olmaktan doğan haklarının erkeklerinki ile aynı etkinlik ve duyarlılıkla tanınmasını, korunmasını ve geliştirilmesini sağlamayı başaramadı.

1970’li yıllardan itibaren ise uluslararası arenada kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın tüm dünyada gerçek bir sorun olduğu kabul edilerek, daha özel sözleşmelerin hazırlanması ihtiyacı doğdu.

Böylece, kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığın ve şiddetin önlenmesi amacıyla, kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddetle mücadele için uluslararası sözleşmeler hazırlandı ve imzalandı.

Kadının İnsan Haklarına Yönelik Uluslararası Sözleşmeler arasında;

• Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW 1979)

• Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge (1993)

• Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni (İstanbul Sözleşmesi) söyleyebiliriz.(2011)

Temel sözleşme; Cedaw

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), günümüzde kadınların ‘Anayasa’ niteliğindeki insan hakları temel sözleşmesidir. Özel olarak kadın haklarını düzenleyen belgelerden en önemlisi olarak kabul edilen bu sözleşme, kadınlara karşı cinsiyet sebebiyle yapılan her türlü ayrımı yasaklayarak, taraf devletlere ayrımcılığı önleyici tedbirler alma yükümlülüğü getiriyor.

Sözleşmeye ek protokol ile de hakların ihlali halinde başvurulabilecek denetim mekanizmaları oluşturuluyor.

Sözleşme Türkiye’de 19 Ocak 1986 tarihinde iç hukuk bakımından yürürlüğe girdi. Bugün CEDAW 189 ülkenin taraf olduğu oldukça geniş katılımlı uluslararası bir belgedir.

Sözleşmenin çıkış noktası soyut bir eşitlik anlayışı değil, somut olarak ayrımcılıktır; bir başka deyişle, yasalarda ve yaşamda kadınlara karşı var olan ayrımcılıkların kaldırılmasıdır.

Sözleşme, kadına yönelik gerçekleşen her türlü ayrımcılığın, yalnızca kadınlara zarar verici nitelikte değil, tüm bir toplumun gelişim sürecini sekteye uğratıcı nitelikte olduğunu kabul ediyor. Kadın haklarının evrensel niteliği ve bu hakların ‘birey olarak’ her kadına tanınması gerekliliği CEDAW’da dile getirilen temel ilke...

Sözleşme, bu tür uygulamaların bütünüyle ortadan kaldırılması gereğinin koşulsuz olarak kabul edilmesini öngörüyor. Sözleşmeye taraf olan devletler kadınların insan haklarının var olmasını, yaşama geçirilmesini geciktiren ya da engelleyen toplumsal, ekonomik, politik veya kültürel her türlü olumsuz koşul veya etkinin yok edilmesi gerektiğini kabul ediyor.

En geniş şemsiye; İstanbul Sözleşmesi

11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi özel olarak kadın haklarını düzenleyen/ kadını koruyan diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi’dir.

Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti hedef alan ilk Avrupa sözleşmesi olma niteliğini taşıyan Sözleşme, bugüne kadar Türkiye dahil Avrupa Konseyi üyesi 23 ülke tarafından onaylandı. Türkiye, sözleşmeyi imzaya açıldığı 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaladı; 14 Mart 2012 tarihinde onayladı ve sözleşme 1 Ağustos 2014 itibarıyla ülkemizde yürürlüğe girdi.

Kadınlara yönelik şiddetle ilgili bugüne kadar gerek uluslararası gerekse bölgesel pek çok çalışma yürütüldü, belirli ilkeler ortaya konuldu ve uygulamaya dair belirli adımlar atıldı.

Anayasa m. 90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi kanun hükmündedir. Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, İstanbul Sözleşmesi hükümleri esas alınır. Anayasa’nın 11. maddesi uyarınca, İstanbul Sözleşmesi hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

İstanbul Sözleşmesi’nin amaçları (md.1) maddesinde belirtilmekte. Buna göre; birinci amacı kadınları her türlü şiddete karşı korumak, kadına karşı şiddeti ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmaktır. ‘Her türlü şiddet’ ifadesiyle, yalnızca fiziksel şiddete karşı değil, ayrıca psikolojik, ekonomik, sosyal ve cinsel şiddet gibi diğer şiddet türlerine karşı da taraf devletlere yükümlülükler getirilmekte.

İkinci amacı, her türlü ayrımcılığın önlenmesi için taraf devletin çalışmasına, kadınları güçlendirmesine ve kadın erkek eşitliğini yaygınlaştırılmasına vurgu yapmasıdır.

Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbirleriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak İstanbul Sözleşmesi’nin diğer amaçları arasında sayılabilir.

İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliğinde biri de Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belge olmasıdır. Sözleşme (md.3/a) gerek özel alandaki gerekse kamusal alandaki şiddeti yasaklamakta.

Sözleşmeyle (md.4/1) taraf devletler, gerekli olan hukuki ve diğer önlemleri almayı taahhüt ediyorlar.

Sözleşme kapsamında hukuksuz uygulamalara karşı taraf devlet kadına karşı şiddetle mücadelede yükümlülüklerinin yerine getirmezse ve gerektirdiği tepkiyi göstermezse bundan ötürü sorumlu olacağından, bir izleme mekanizmasının (GREVIO) denetimine tabi tutulmakta.

2004 yılındaki reform

Uluslararası sözleşmeler kapsamında taahhütlerin yerine getirilmesi adına Türkiye’de olumlu yasal reformlar yapıldı. Bu reformların içinde en dikkat çeken, 2004’de Anayasanın 10. maddesinde yapılan değişikliktir: bu değişiklikle, maddeye kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu ve devletin bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlü olduğu kuralı eklendi.

Diğer düzenleme ve değişikliklerden bazılarına değinmek gerekirse: 2002 yılında yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu’na bakıldığında ise, kadın erkek eşitliğinin kamusal alanda olduğu kadar özel alanda da, uluslararası kıstaslara uygun biçimde tanımlanmasına yasal temel oluşturan bir anlayışın sergilendiği görülür.

Ailenin reisi koca değil

Öncelikle ailenin reisinin koca olduğu hükmü kaldırılırken, evlilik birliğinde eşlerin eşit haklara sahip olmaları ilkesine uygun kurallar getirilmekte. Buna bağlı olarak, ikametgah seçimi yahut çocuklara ilişkin konularda söz hakkı gibi eşler arası eşitsizlik içeren hükümlere yer verilmemesi ve yasal mal rejiminin evlilik içinde edinilen malların boşanma durumunda hakkaniyetli paylaşımı çerçevesinde düzenlenmesi, eşler arası eşitliğe, kadının ev içi emeğini ‘değer’ olarak dikkate alan bir anlayışla yaklaşıldığını söyleyebiliriz.

2003 yılında yapılan İş Kanunu değişikliği ile de ‘eşit davranma’ ilkesi kabul edilerek; işyerinde cinsiyete dayalı ayrımcılık yasaklanmış, ‘işyerinde cinsel taciz’ haklı fesih sebebi kabul edildi, hamilelik ve doğum nedeniyle işten çıkarma gibi çalışma hayatında sık rastlanan kadın hakları ihlallerini önlemeye yönelik bazı düzenlemeler getirildi.

Kişiye karşı işlenen suçlar

2005 yılında Yeni Türk Ceza Kanunu’nun kabulüyle kadın birey olarak kabul edildi; cinsel suçların toplumsal düzen ve genel ahlaka karşı suçlar olmaktan çıkarılıp, kişiye karşı işlenen suçlar olarak kabul edilmesi kadınlar açısından önemli farklar yaratacak bir bakış açısı yarattı.

Ne var ki, Türkiye’de yasal reformlarla gelişen hukuki çerçevenin, kadınların insan haklarının korunup geliştirilmesi ve hukuki çerçevenin uygulanmasının gerçek anlamda yaşama geçirilmesi, ataerkil değer yargıları ve uygulamaların ortadan kaldırılacağı bir kültürel dönüşüm gerekliliğini gösteriyor.

Daha güçlü çözümler olmalı

Toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin yerleşmesinde başta siyasi iradenin bu yöndeki çabası, yine sivil toplum ve yargı sisteminin katkısı ve denetimi önemli.

Kadın kuruluşları, barolar, meslek odaları, toplumsal cinsiyet eşitliği için hareket eden platform ve oluşumlar gibi sivil toplum kuruluşlarının katkısı olmaksızın uluslararası standartların toplumun kamusal bilincine taşınması mümkün değil. Ayrıca yargı sisteminde yer alan kişilerin (hakim, savcı, avukatlar) başta CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi olmak üzere uluslararası standartlar konusunda tam bilgi sahibi olmaları, yasal kural ve süreçleri bu tür uluslararası düzenlemeler ışığında yorumlayıp uygulamaları olmazsa olmaz bir gereklilik.

Türkiye’nin taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi doğrultuda düzenlenen ve 8 Mart 2012’de kabul edilen 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’unun da ‘Toplumsal Cinsiyet’ tanımına yer verilmemiş olsa da diğer konulardaki düzenlemeleri olumlu bir adım olarak kabul edebiliriz.

Uluslararası sözleşmelerin; CEDAW, İstanbul sözleşmesinin ve 6284 sayılı yasanın gereği gibi uygulanmaması nedeniyle kadınlara yönelik şiddet ve ayrımcılığın yoğun şekilde ülkemizde yaşandığı ve devletin yükümlülüklerini yerine getirememiş olduğu görülüyor.

Şiddete uğrayanı korumak zorlaşıyor

Hala fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik her türlü toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti, kadına kadın olmasından dolayı uygulanan orantısız şiddeti haklı gören, zorla evlendirilmeyi, çocuk yaşta cinsel ilişkiyi töre, gelenek, görenek, önyargılar diyerek şiddeti, baskıyı da hayatın bir parçası olarak algılayan ve algılatmaya çalışan zihniyetlere karşı kadınları, çocukları, LGBTİ+’ları tüm mağdurları korumak zorlaşıyor.

Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık her geçen gün artıyor.

Oysa devlet/iktidar CEDAW olsun ,İstanbul sözleşmesi olsun bu sözleşmelerdeki yükümlülüklerini yerine getirmek zorunda. Öncelikle şiddetin önlenmesine yönelik 6284 sayılı yasa maddelerini hayata geçirilmeli.

Devlet ayrıca şiddete maruz bırakılan kadın ve çocukların hayatlarını iyileştirmeye yönelik hizmetlere aktarılan finansal kaynakların payını artırarak ‘Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçe’ sistemine geçmeli, üniversitelerde ve ilk kademeden başlayarak tüm yaygın ve örgün eğitim müfredatına toplumsal cinsiyet eşitliği derslerini ‘ahlaki değer yargılarımıza aykırıdır’ diyerek kaldırdığı ders ve eğitimleri yeniden koymalıdır. Bunun yanı sıra askerlik eğitiminde, camilerde, kahvehanelerde ve çok sayıda erkek çalışan istihdam eden kuruluşlarda kadına yönelik şiddet konusunda erkeklere yönelik toplumsal cinsiyet eşitliğini anlatacak eğitim programları düzenlenmeli.

Gündemde olan 2.yargı paketi ile kadınların nafaka alma hakkının ortadan kaldırılmasının ve çocuk cinsel istismarı konusunda getirilmek istenen değişikliklerin İstanbul Sözleşmesi’ne ve CEDAW'a aykırı olması nedeniyle geri çekilmeli.

Kadınlara yönelik şiddet ve ayrımcılığın bir insan hakkı ihlali olduğunu unutmadan iktidarın “İstanbul sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa ahlaki değerlerimizi aykırı” iddiasına dayanarak yükümlülüğünü yerine getirmemesi sözleşmeye aykırıdır ve insan hakkı ihlalidir.

Unutmayalım ki, insanca yaşam hakkı cinsiyete bağlı değildir ve ‘kadına yönelik şiddet’ bir insan hakkı ihlali ve toplumsal bir sorundur.