Havva CUŞTAN

Her kesimden insan hak ihlaline uğrarken insan hakları ihlallerini duyurmaya çalışan gazeteciler de aynı ihlalleri, bazen daha da fazlasını yaşıyor. Kadınlar, alanda haber takibinden, yaptıkları haberlere kadar birçok alanda cinsiyetçi davranışlarla karşılaşıyor. Kadın katliamlarının yaşandığı, kadına yönelik şiddetin giderek arttığı günümüzde kadınların yaşadıklarını duyuran kadın basın çalışanlarının da yaşadıkları birçok şiddet biçimi var. Tüm bunların hepsi başlı başına insan hakkı ihlali. Kadın basın çalışanları ile bu şiddet biçimlerini konuştuk.

Eşitsizlik medyada da var

Üç yıldır sahada muhabir olan Gülistan Azak, kadınların çalışma yaşamında da ayrımcılığa ve şiddete maruz bırakıldığını belirtti. Azak konuyla ilgili şunları söyledi:

“Medyada çalışan kadınların yaşadıkları da diğer iş kollarında çalışan kadınlardan farklı değil. Ülkede ifade özgürlüğü önündeki baskılar ise gazetecilerin, özelde ise kadın gazetecilerin maruz kaldığı şiddetin ilk aşaması. Buna örnek olarak ise gazetecilere dayatılan sansür ve otosansür şiddetini örnek gösterebiliriz. Dayatanı ise kuşkusuz yine 'erkek' oluyor. Bu nedenle toplumsal cinsiyet eşitliği sadece kadınları değil, tüm toplumu ilgilendiriyor. Basın özgürlüğü ile cinsiyet eşitliği iç içe ve bağlı. Cinsiyet eşitliği yoksa basın özgürlüğü de yoktur. Toplumdaki eşitsizliğin medyada da üretildiği görebiliyoruz. Medya sahipleri arasında, bilgi üretimi ve gazetecilikte, haber odalarındaki kadın sayısı ve görünürlüğünün azlığı da bence bunun kanıtı. Kadın sorunlarını bile erkeklerin tartıştığı medyada kadın gazetecilerin daha fazla görünür olması yine biz kadınların elinde.”

Şiddete maruz kaliyoruz

10 yıldır gazetecilik yapan Sevim Kahraman ise, dünyanın her yerinde kadın ve gazeteci olmanın zorluğuna dikkat çekerek, şunları dile getirdi:

“Özellikle kameramanlık çoğunlukla erkek işi olarak görülüyor. Alanda polis şiddetinin yanında erkek meslektaşlarımızdan da şiddet görüyoruz. Fotoğraf çekmek ve görüntü almak için itme-kakma gibi fiziksel şiddete maruz kalan şeyler yaşıyoruz. Erkek gazeteciler kadın eylemlerinde bile lafta 'kadınların sesini' duyuruyorlar ama kendi kadın meslektaşlarına bir fotoğraf için fiziksel şiddet uygulayabiliyorlar.”

4 yıldır muhabirlik yapan Buse Söğütlü, dünyada ve ülkemizde kadınların yaşadıkları erkek şiddetini daha fazla dillendirdiğini belirterek, “Anlatma halinin çoğu zaman bedelleri ağır olsa da kadınlar konuşuyor ve doğal olarak yaşananların daha geniş kitlelere ulaştırılması da özellikle kadın gazetecilerin sorumluluk hissederek konuşan kadınların haberlerini yapmasıyla oluyor. Fakat; durum buyken bile kadın gazeteciler olarak eskiye oranla daha çok dillendirilen/ dillendirilmesi gereken bu şiddet, ayrımcılık ve sömürü sarmalından azade değiliz. Erkek şiddetini görünür hale getirme ve Türkiye'de kadın olma hikayelerini anlatmakla yükümlü gazetecilerin kendi yaşadıklarını da anlatması gerek. Türkiye'de gazeteci olmak hayli zorken bir de üstüne kadın gazeteciyseniz zorluk katmerleniyor. Bu zorluğun çeşitli yanları var; bu farklı yanlar birbirinden besleniyor ve ne yazık ki kadın gazeteciler için çalışmayı neredeyse imkansız hale getiriyor” şeklinde konuştu.

Söğütlü, sözlerine şunları da ekledi: “Birincisi, kadın gazeteciler, ‘erkeklere uygun bir meslek’ olarak görülen gazeteciliği yaparken ciddi bir ayrımcılıkla karşılaşıyor. Çoğu zaman hak odaklı bir yayın çizgisini izleyen kurumlarda dahi kendimizi ispat etme, belirli ve ‘erkeklere daha uygun’ görülen işleri yapabildiğimizi gösterme mecburiyetiyle karşı karşıya kalıyoruz. Ne yazık ki ya kaldırabileceğimizden fazla iş yükünü erkek meslektaşlarımıza göre daha az ücretler karşılığında sırtlanıyoruz ya da örneğin gece geç vakitte dahi haber takibi yapabileceğimizi kanıtlamaya çalışıyoruz. Bu hem ekonomik hem de psikolojik olarak ciddi bir şiddete dönüşüyor. Ne kötü ki sırf bu nedenlerle mesleğe küsen, tükendiğini hisseden kadın gazeteci meslektaşlarımız var.

İkincisi ve belki ilkiyle birleşerek daha da yıkıcı hale gelen şey; muhalif, hak odaklı haberler yapan bir kadın gazeteciyseniz; siyasi iktidarın söylediklerinin dışında şeyler söylüyorsanız karşınıza çıkarılan devlet/yargı/kolluk şiddeti. Hepimiz sokakta eylem ve basın açıklaması takibi yapan gazetecileriz; memlekette en ufak bir hak arayışının dahi polis müdahalesiyle karşılandığını düşünürsek bu müdahalelerin hedeflerinden biri de gazeteciler oluyor. O alandaki kadın gazeteciyseniz de polisin ‘güçsüz’ gördüğü tarafta oluyorsunuz. Fotoğraf makineniz, kayıt aldığınız telefonunuz ciddi bir tehlike olarak görülüyor; halbuki işinizi yapmak için oradasınız. Bu noktada bir de erkek meslektaşların çıkardığı zorluk var. Çok sefer, görüntü almaya çalışırken itilip kakıldığımı hatırlıyorum. Fakat; alandaki uyarılarımız sayesinde bu konuda bir ilerleme kaydedildiğini de düşünüyorum.”

Erkek gözüyle

Kadın gazetecilerin yaşadıklarını bir erkek gözüyle değerlendiren muhabir Taylan Öztaş ise şunları söylüyor: “Kadın gazetecilerin erkek polisler tarafından tacize varacak şekilde alandan uzaklaştırılmaya çalışılması, cinsiyetçi küfürler ve eğer gözaltındaysa bahsini ettiğimiz bu saldırıların daha da çirkin halini alması, çalışırken karşılaştığımız manzaralardan sadece birkaçı. Birçok kadın gazetecinin bu saldırılara dönük beyanlarında açıkça kendini belli eden bir durum bu. Alanda birlikte çalıştığımız kadın arkadaşların emeğinin görülmediği veya önemsenmediği de bir gerçeklik. Erkek gazetecilerin aynı alanda çalıştığı gazetecilere alan bırakmaması, eğer fotoğraf çekiyorsa kadrajına rahatlıkla girmesi veya aynı yerde çalışan gazetecilerden erkek gazetecinin kadın meslektaşına kendince ‘angarya’ olarak gördüğü işler vermesi gibi örnekler bahsettiğim bu emeği yok saymanın hallerinden biri.

Erkek gazeteciler olarak bu cinsiyetçi ve geri yanımızla uzlaşma hali, bizim de o yıkmaya çalıştığımız erkek-egemen sistemin içerisinde olma ve bu halde o ‘rahat’ yaşantısından vazgeçmeme hali mahkum edilmesi gereken bir olgu. Çünkü; uzlaşmadığımız her an esasen bir şekilde kadın gazetecilere dönük bir şiddet durumunu da ortaya çıkarıyor. Erkek gazeteciler olarak bu durumu değiştirecek bir pratiğin parçası olmamız gerektiğini ve erkek-egemen sistemin bu geri yanlarını mahkum etmekle yükümlü olduğumuzu düşünüyorum.”