Tarımsal ürünlerin fiyatı, başta ithal girdi maliyetleri olmak üzere, ürünler tarladan sofralara ulaşana kadar pek çok maliyet unsurundan etkileniyor.

Tarımsal ürünlerin artan fiyatlarının yanında sağlıklı, güvenilir ve sürdürülebilir tarımsal ürün ihtiyacının tedariği de tüketiciler açısından her geçen gün daha da fazla ilgi çeken bir konu haline geliyor.

Dünyada giderek artan önemiyle neredeyse ulusal güvenlik meselesi haline gelen tarımsal üretimin ilk adımı olan tohum alanını, geçtiğimiz yıl boyunca gerçekleştirdiğimiz çalışmalardan aktarılma tartışmaya başlamak, suya yazmamak ve biriktirerek tartışmak önem arz ediyor.

Konunun uzmanlarından üreticilere kadar farklı kişi, kurum ve inisiyatiflerin sesine kulak veriyoruz…

Kültür ve tarih

Tohumun toplum için ne kadar önemli olduğunu hatırlatarak söze başlayan Çiftçi-Sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem, tohum alanındaki değişimin sonuçlarını şöyle anlatıyor:

“Tohum tarımsal üretimin başlangıcıdır. Tohumun bulunup, tarımsal üretimin başlaması Altın Hilal denilen Anadolu’nun bir bölümünü de içine alan Yukarı Mezopotamya bölgesinde olmuştur. Tohum bir çiftçi ve köylü için sadece bitkisel üretimin başlangıcından çok daha öte bir şeydir. Vandana Shiva’nın deyişiyle; 'Kültür ve tarih, tohum içinde saklıdır.”

Köylüler ve çiftçilerin atalarından kalan yerel tohumları birbirleriyle değiş tokuş yaptıklarında, genetik çeşitliliği korudukları gibi, tohumun nasıl işleneceğinin bilgisini de birbirlerine aktardıklarını söyleyen Erdem, "Bu bilgi, nineleri ve dedelerinden kalan kültürel bir mirastır ve bilgeliğe dayanır. Tohumu kaybetmek, Güney Afrikalı çiftçilerin dediği gibi, bir çiftçi ve köylü için potansiyel göçmen haline gelmektir" ifadelerini kullandı.

Tohumun toplumlar için tarihi önemini vurgulayan Erdem, günümüzde ise tarımsal ürünlerin tüm denetim ve kontrollerinin küresel şirketler tarafından sürdürüldüğünü anlatıyor:

“Bugün, tarımsal üretimde bulunan, tohumdan başlayarak, girdilerini sağlayan ve aynı zamanda tarımın çıktılarını, yani tarımsal ürünleri işleyen, nakleden ve tüketicilerin kullanacağı metalar haline dönüştüren küresel şirketler dünya besin zincirinin bütününü veya halkalarını kendi denetimleri/kontrolleri altına alıyorlar, almaktadırlar. Türkiye tarımı da bu gelişmelere paralel olarak dönüştürülerek, devlet tarımdan el çektirilmiş ve şirketlerin denetimine bırakılmaya çalışılmıştır.”

Kendileri üretebilirler

Tohum kullanımındaki değişime rağmen çiftçilerin kendi seçeneklerinin de olduğunu belirten Erdem, "Çiftçilerin bütün bunlara rağmen kendi seçenekleri, elbette vardır. Onlar bütün bu baskılar karşısında kendi tohumlarını kendileri üretebilirler. Ürettikleri bu tohumlarla, tarımın içerisinden bizzat girdilerini kendileri sağlayabilirler, hatta çekici gücü bile bulabilirler" diyor.

Erdem, "Şirketler için bu problemi çözmenin yolu çiftçileri kendi seçeneklerinden koparmaktır. Şirketlerin, tohuma göz dikme nedeni de budur. Kendi denetimleri dışındaki bütün tohumları yasaklamak ve dünyanın bütün tohumlarını kendi denetimlerine almak, onların en büyük hayalidir. Onun için önce hibrit tohumları geliştirmişlerdir" diye konuşuyor.

'Yaşamı patentlemişlerdir'

Hibrit tohumlarla üretilen ürünlerden alınan tohumların aynı verimi vermediğinden çiftçiyi her yıl tohum almaya zorladığını belirten Erdem, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“GDO’lu tohumları geliştirerek tohumları, yani yaşamı patentlemişlerdir. Yetmemiş, çiftçilerin, köylülerin atalarından bugüne getirdikleri tohumları 2006 yılında çıkarılan Tohumculuk Yasası’yla ellerinden almaya kalkmışlardır. Bu yasa, ABD’nin Irak işgalinden sonra Irak’ın tohumlarını Monsanto’ya teslim eden yasanın bir benzeridir. “Tohumculuk Yasası” kırsal alanı boşaltan, çiftçilerin bilgilerini değersizleştiren, onları şirketlere bağımlı kılacak süreci hızlandıran bir yasa olmuştur. Bütün canlılar, yer altı suları, çevre, genetik çeşitlilik her şey ama her şey tehdit altına girmiştir.”

Türkiye’nin önüne çağdaş bir tarımsal yapıya kavuşması için konulan planın talep çıkışlı, sanayi odaklı sözleşmeli üretim modeli olduğunu belirten Erdem, bu modelde çiftçilerin kendi yerel tohumlarıyla ve geleneksel yöntemleriyle ürettikleri ürünlere yer olmadığını söylüyor.

Tarımın şirketleşerek, şirketlerin denetimine girdiğini vurgulayan Erdem, şu ifadeleri kullandı:

Bütün dünyada olduğu gibi çiftçinin kendi yerel tohumları üzerinden ürettiği ürünlerin pazarlanmasını engeller çıkarılmakta, tarımsal ürünler standartlaştırılmakta ve sertifikalı üretime geçilmektedir. Sertifikalı tohum kullanmayan çiftçilere prim destekleri verilmemekte ve böylece tohum şirketlerinin önü açılmaktadır. Bugün Türkiye tohumculuğu küresel şirketlerin ve onlarla işbirliği ve ortaklık içinde olan 'yerli' şirketlerin eline geçmiştir.

Erdem, “Sonuç olarak yemek kültürlerimiz yok edilmektedir, çeşitlilik azalmakta ve gıdalar eski besleyicilik özelliklerini kaybetmektedir. Topraklarımıza hangi tohumların ekileceğine şirketler karar verdiği gibi, sofralarımızda da neleri tüketileceğine onlar karar vermiş olmaktadır” dedi.

Türkiye'nin biyo-çeşitliliğinden ve zengin tohumlarından dolayı, şirketler için göz dikilecek bir ülke olduğunu ifade eden Erdem, “Küresel tohum şirketlerin denetiminde olan CGIAR’a (Uluslararası Tarımsal Araştırmalar Danışma Grubu) Türkiye yıllardır üyedir. İstedikleri tohumları bizden kolaylıkla alabilmektedirler. İşin daha da acısı ülke olarak para da ödemekteyiz” bilgisini paylaştı.

Çiftçinin onurudur

Koronavirüs (Kovid-19) salgınının tarıma etkilerine de değinen Erdem, sözlerini söyle sonlandırdı:

“Yaşadığımız salgın koşullarında gıda krizi yaşama korkusu vardır. Gıdanın ve tohumun şirketlerin denetimine geçmesi bu korkuyu daha da büyütmektedir. Yaşanan ekolojik kriz de göz önüne alındığında yerel tohumların önemi daha da anlaşılır olmaktadır. Yıllardır ekildiği topraklarda, o bölgenin hastalıklarını tanır, dirençlidir. Kimyasallara ihtiyaç duymaz ve fazla su istemez. Doğayla uyumludur. Bir daha bu krizleri yaşamamak tohumları özgür bırakmaktan geçmektedir. Nijerli bir çiftçinin dediği gibi: Tohum bir çiftçinin onurudur.”

Genetik çeşitlilik

TMMOB Ziraat mühendisleri Odası İzmir Şubesi YK Üyesi Dr. Zerrin Çelik ise tohumda binlerce yıldır süren geleneklerden kopuşu ve gerçekleşen dönüşümü özetleyerek sözlerine başlıyor: “İnsanoğlu tohumun yaratıcı özelliğini keşfettiği zaman, yeryüzünde tarım da başlamıştır. O tarihten itibaren tohum ve tohumluk, bitki yetiştirme açısından daima kilit unsur olmuştur. Tohumluk seçmek ve saklamak her çiftçinin doğal olarak yapmış olduğu bir işlemdir. Binlerce yıldır yapılan tohum seçme işlemi genetik çeşitliliği artırmıştır. Bu genetik çeşitlilik oluşurken; bir taraftan yetiştiği yörenin ekolojik koşullarına uyum sağlayarak yeni çeşitler gelişmiş, diğer taraftan da yerel ihtiyaçların ve geleneksel gıda alışkanlıklarının belirlenmesine hizmet etmiştir.”

Çelik, yüzyıllardır hasat edilen üründen ayrılan tohumun, 19'uncu yüzyıldan itibaren başta ABD ve bazı AB ülkeleri olmak üzere ticari bir değere dönüştürüldüğünü söylüyor. "Küreselleşme ve artan rekabet koşulları ile çokuluslu şirketlerin lehine değiştirilen politikalar, tohumları özelleştiren fikri mülkiyet yasaları ile gelinen noktada tohumculuk faaliyetlerinin endüstriye dönüşmesi sağlanmıştır" diyen Çelik, şöyle devam ediyor:

“Çiftçilerin kendi tarlasındaki üründen bir sonraki yıl için kullanacağı tohumluğu ayırdığı durumdan, bugün her yıl yeniden tohumluk satın aldığı duruma ulaşılmıştır. Tüm bu uygulamalar, bir taraftan tohumculuk endüstrisinin güçlenmesini sağlarken, diğer taraftan da tarımsal biyo-çeşitliliğin yok olmasını hızlandıran, çiftçi haklarını kısıtlayan, tohumun çiftçi şartlarında korunması, kullanımı ve yaygınlaşmasını engelleyen bir durum yaratmıştır.”

Dr. Zerrin Çelik tohum piyasasının mevcut durumunu ve tarıma etkilerini ise şöyle değerlendiriyor:

“Günümüzde dünyada kullanılan ticari tohumluğun üretim değerinin 50 milyar dolar civarında olduğu belirtilmektedir. Bu miktar gerek ülkesel bazda, gerekse ürün grubu temelinde asimetrik bir dağılım göstermekte olup dünya toplam tohumluk üretim değerinin; yüzde 24'üne ABD, 20'sine Çin, 5.6'sına Fransa, 4.2'sine Brezilya, 4'üne Kanada sahiptir. Türkiye’nin aldığı pay ise yüzde 1.5’tir.”

Lider hollanda

Uluslararası Tohum Federasyonu'nun (ISF) verilerine göre, dünyada 2017 yılı itibariyle 7.9 milyon ton tohumluk dış ticareti gerçekleştirildiğini belirten Çelik, şu bilgileri paylaşıyor:

“Söz konusu ticaretin değeri yaklaşık 23.3 milyar dolardır. Küresel ölçekte yaklaşık 12 milyar dolar değerinde tohumluk ihracatı gerçekleşmiş, toplam ithalatın parasal değeri ise 11.3 milyar dolara yaklaşmıştır. Uluslararası tohumluk pazarından en büyük pay, yüzde 13.2 ile Hollanda’nındır. Bunu sırasıyla ABD (yüzde 11.7), Fransa (yüzde 11.1) ve Almanya (yüzde 6.4) izlemektedir. Türkiye 2.6 milyar dolarlık ticari tohumluk hacmi ile küresel tohumluk dış ticaretinin yaklaşık yüzde 1.1’ini gerçekleştirmiştir.”

Tohum piyasasının Türkiye’deki gelişimini de aktaran Çelik, “Türkiye’de, özellikle 1980’li yıllardan bu yana uygulanan politikalar ve devlet destekleriyle özel sektör tohumculuğu daha çok geliştirilmeye çalışılmıştır. Ve bugün gelinen noktada, üretilen tohumluğun yüzde 80’ini özel sektör tarafından üretmektedir. 2018 yılı itibarıyla tescilli çeşitlerin yaklaşık yüzde 76’sı özel sektöre aittir. Üretilen toplam sertifikalı tohumluk miktarı 1 milyon tonu (1 milyon 59 bin 316 ton) geçmiştir. Sertifikalı tohum kullanımını yapılan desteklemeler ve yaygınlaştırma çalışmaları sonucunda yüzde 35’lere ulaştığı bildirilmektedir” ifadelerini kullandı.

Özel sektör ve çiftçilere yönelik tohum alanındaki destekler hakkında bilgi veren Çelik, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Özel tohumculuk şirketlerine 2008 yılından bu yana sertifikalı tohum, fide, fidan üretim desteği; 2005 yılından bu yana da çiftçilere sertifikalı tohum, fide ve fidan kullanım desteği verilmektedir. Sertifikalı tohum üretim ve kullanım desteklerini incelediğimizde; özel firmalara yönelik sertifikalı tohum üretim desteği 19 üründe verilmekte olup, en düşük 0.08 TL/kg olmak üzere arpa, tritikale, yulaf ve çavdar tohumu üretimine verildiğini görüyoruz. En yüksek üretim desteği ise 4 TL/kg ile yonca tohumuna verilmektedir. Çiftçilere ise 20 değişik ürün için sertifikalı tohum kullanım desteği verilmektedir. En düşük destek susam, kanola, aspir tohumunu kullanan üreticilere verilmekte olup 4 TL/da’dır. En yüksek destek ise 80 TL/da ile sertifikalı patates tohumluğu kullanımına verilmektedir. Ancak yapılan üretim ve kullanım desteklerinde, gerek kullanılan çeşidin gerekse firmaların yerli ya da yabancı olmasının bir ayrımı bulunmamaktadır.”

Çelik, "Bu destekleme modeli, dışarıdan alınıp doğrudan üreticilere satışı ya da üretilerek iç piyasaya veya dış pazarlara satılan yabancı çeşitlerin yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Diğer taraftan bir önceki hasattan kendi tohumluğunu ayırarak kullanan çiftçilerin tohumları bulunmaktadır. Ancak bu üreticilere herhangi bir desteğin olmaması köy popülasyonu da denilen yerel çeşitlerin dolayısıyla tarımsal biyo-çeşitliliğin kaybolmasına neden olmaktadır" diye konuştu.

Çiftçilerin, tohumla ilgili çeşit seçimi, çeşit testi, tohum çoğaltma, tohumluk için seçim, dağıtım ve depolama işlemlerini kendilerinin yapmaktadır" diyen Çelik, sözlerine şunları ekliyor:

“Bu sistemde kalitenin sigortası üreticiler tarafından sağlanmakta ve herhangi bir resmi sertifika bulunmamaktadır. Bu nedenle tohum üreticileri, tohum üretimi sırasında bulaşmalardan uzak durmakta ve her üç-dört yılda bir tohumlarını yenilemektedirler. Yerel çeşitlerin korunması ve olumsuz yönlerinin geliştirilmesi için öncelikle çiftçi şartlarında korumanın sağlanması, araştırmacı ve ıslahçılarla üreticilerin birlikte çalıştığı katılımcı ıslah yöntemlerinin uygulanması ve desteklenmesi gerekmektedir.”

Mevcut haliyle tohumculuk alanında faaliyette bulunan şirket sayısının ise 949 olduğunu aktaran Çelik, özel sektör faaliyetlerinin, başta hibrit çeşitler olmak üzere ekilişi fazla olan ve daha yüksek kâr getiren ürünlerde yoğunlaştığını belirterek:

“Örneğin; sebzeler, pamuk, ayçiçeği, mısır ve soya tohumlarının tamamı özel sektör tarafından üretilmektedir. Katma değeri yüksek bu gibi ürünlerin tohumlarının üretiminde özellikle yabancı şirket hakimiyetinin olduğu görülmektedir. Ayrıca son yıllarda birleşme ve satın alma uygulayan büyük şirketlerin Türkiye’deki faaliyetleri de giderek artmaktadır. Sektörde faaliyet gösteren firmaların yapılarına yönelik en güncel veriler 2017 yılına aittir. Söz konusu rakamlara göre; toplamda 832 olan özel firmanın 31 tanesi yabancı, 22 tanesi yabancı ortaklı ve 779 tanesi de yerlidir. Oysaki iki yıl önce yani 2015 yılında sektörde faaliyet gösteren firmaların, 17 tanesinin yabancı, 3 tanesinin yabancı ortaklı firmalar olduğu bildirilmektedir. Yabancı firmaların sayısı sadece iki yılda yaklaşık yüzde 82 oranında artmıştır.”

Yerli daha dayanıklı

Yerel çeşitlerin ticari tohumlara göre daha dayanıklı olduğunu belirten Çelik, tohumun ticarileşmesinin sadece Türkiye için değil dünyanın beslenmesinin sürdürülebilirliği bakımından kaygı verici bir durum olduğunu belirterek şöyle devam ediyor:

“Üretimde kullanılan tohumluk, ürünlerin verimine, kalitesine ve dayanıklılığına etki etmektedir. Mono-kültür olarak üretimde kullanılan ticari tohumlar bu yönleri ile üstün görünmektedir. Bununla beraber yapılan çalışmalar gerek iklim değişikliğinin olumsuz etkileri, gerekse hastalık ve zararlılar açısından çiftçi tohumlarının başka deyişle yerel çeşitlerin daha dayanıklı olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca günümüzde tarımsal üretim daha az ürüne bağlı olarak gerçekleştirilmektedir. Bugün bilinen yüz binlerce bitki türünden ve çeşidinden çok azının insan beslenmesi için yetiştirilmesi, genetik mülkiyetin tekel durumuna gelmiş az sayıdaki tohum şirketinin eline geçmiş olması ve bunların patent ve fikri mülkiyetle korumaya alınması sadece Türkiye için değil dünyanın beslenmesinin sürdürülebilirliği bakımından kaygı verici bir durumdur.”

Çelik “Çiftçinin en temel görevlerinden biri, tohumu saklamak ve onu diğer çiftçilerle değiş tokuş etmektir. Kuşaklar boyu değişik iklim koşullarında ve kültürlerinde çok sayıda bitki çeşidini geliştirmiş olan çiftçiler, bu işleri doğayla işbirliği içerisinde gerçekleştirmişlerdir" diyor ve ekliyor:

“Kısacası tohum çeşitliliği ancak biyolojik çeşitliliği kullanan ve koruyan küçük çiftçilerin geçiminin garantiye alınması ile sağlanabilir. O nedenle zengin tarımsal biyo-çeşitliliğin oluşmasını sağlayan üreticilerin kendi tohumluğunu üretmesi, kullanması ve çiftçilerin tohumlarla ilgili bilgisinin aktarılmasının sağlanması desteklenmelidir.”

Buraya kadar tohum ve toplum alanına dair yaptığımız giriş, geçtiğimiz yıl Independent Türkçe’de yayınlanan dosyalarımızdan da aktarılan uzman ve üretici görüşlerine ve geliştirdiğimiz bütünsel, ilişkisel ve birikimsel yaklaşıma dayanıyor. Bu aktarımların önemi, Türkiye’de genel olarak her alanda ama en çok da tarım ve gıda alanında seslendirilen haber ve tartışmaların her yıl tekrarlayan ve bir sonraki yıla bir değer aktarmayan işleyişi aşan bir bilgi ve deneyim birikimini sağlayabilmemizden kaynaklanıyor. Evet, tartışalım, eleştirelim, çözümler üretelim ama biriktirerek ve geliştirilen çözümleri yaşama geçirerek. Aktarmaya ve tartışmaya devam edeceğiz…