Pınar SÖZER / Tarihçi / Yazar

Kaç tane çiçek vardır adına şiirler, şarkılar yazılsın. “Yağmur yağdı gene damlar boyandı, Sellukalar uyandı. Sen sen sen aşkı bulsan selluka gibi sarılsan” diyor, Ezginin Günlüğü grubunun müzisyenlerinden Nadir Göktürk. Yazın sıcaktan kurutmamayı başarır, kışın da bedenini soğuktan korur, sarıp sarmalarsanız ilk çiçeklerini yağmurdan sonra Eylül'de açar. Açtığında ise, tutunduğu yere sevgiyle sarılır. Spiral bedeni salyangoza benzeyen krem, sarı, pembe, lila renkli çiçeğiyle hem farklıdır, diğer çiçeklere hiç benzemez hem de parfüm gibi kokusuyla büyüleyicidir selluka. İzmir sarmaşığı diye anılmıştır uzun yıllar. İzmir nasıl farklıysa tüm kentlerinden Osmanlı’nın selluka da İzmir’i tamamlarcasına bu kente yakışır şekilde farklıdır diğer çiçeklerden.

Türkler göçebe kültürden geldikleri için yerleşik devlet hayatında uzun yıllar geçirinceye kadar Türklerin çiçeklerle ilişkisi görsellik ve estetikten ziyade şifacılık ve ilaç olarak kullanımı üzerineydi. Divan-ı Lugat-it Türk'de çiçeklerle ilgili ilk bilgiler, Türklerin dağlarda bol bol karşılaştığı kır çiçeklerini içeriyordu. Bunlar arasında kültür bitkileri yoktu. Dede Korkut Kitabı’nda da çiçeklerin “iyileştirici” özellikleriyle şiire konu edildiklerini, estetik ve kültür bitkisi olarak kullanılmadığını görmekteyiz. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar olan dönemde de bahçelerde Selçuklu sanatının izleri görüldü. Avlu bahçeleri ön plandaydı, gölge için çınar, çitlembik, servi ağaçlarına yer verilirdi, yani bitkinin dikilmesi işlevseldi. Lale Devri’nin başlamasıyla birlikte, sadeliğiyle ön plana çıkan bahçeler, yerini planlı bahçelere bıraktı. Türk bahçeleri Osmanlı döneminde kimliğini kazandı diyebiliriz. Çiçeklerin sanata girmesi ise Selçuklular ve Osmanlılar döneminde tezhiple başladı. Tezhip stilize edilmiş çiçeklerin sanatıydı. XIV. ve XV. yüzyıllarda çiçekler, daha çok şiir sanatında kendilerine yer bulmaya başladılar. Şiirsel anlatımlarda geçen çiçekle sevgilinin özdeşleşmesi, aşkın anlatımı, sosyal yaşantıdan bağımsız değildi elbet. Bahçelerde parklarda en çok görülen, yetiştirilmesi kolay, hayatın çok içinde yer alan bitkilerdi şiirlere taşınan. Çiçekler şehirde şiire dönüşürken köylerde de oyalara dönüştü ama bu isimler içinde selluka geçmiyordu.

EN ÇOK GÜL VE LALE

Klasik Türk şiirinde kendilerine yer bulmuş çiçekler 28 taneydi; Gül, nesrîn, nesteren; lâle, şakâyık, sünbül; nergis, zerrîn, zerrîn-kadeh, nevruz, benefşe, yâsemin, süsen, nilûfer, çadır çiçeği; reyhân, fesleğen, karanfil, za’ferân, zanbak, buhûr-ı Meryem, leylâk, mercanköşk, sedâb, lisânü’s-sevr. Kitap sanatlarında kullanıaldığı halde klasik Türk şiirinde kullanılmamış çiçek türleri ise şunlardı: Haşhaş, gül hatmi, çuha çiçeği, baharda açmış meyva ağacı, çiğdem, calendula, ağlayan gelin, hezaren, kadife çiçeği, açelya, nerengül, Peygamber çiçeği, Haseki küpesi, Kasımpatı, kardelen, sümbülbeter, çanta çiçeği, yalınkat. Hem şiirlerde hem de süslemelerde en çok gül ve lale kullanılıyordu. Divan şairleri de çevrede en çok gördükleri bitkileri kullanarak eserlerini oluşturuyorlardı. Bu çiçekler arasında sellukadan bahsedilmiyor olması tesadüf değildi çünkü İstanbul’da pek bilinmiyordu.

İzmir’de ise hem adına hem kokusuna rastlanmaya başlanmıştı.1905 tarihli İzmir İl Yıllığı İzmir’in çiçek üretimi konusunda meşhur olduğunu, bu bitkilerin tıpta ve sanayide de kullanıldığını belirtirken, İzmir’deki süs bitkileri olarak; gül sümbül şebboy, lale, zambak, karanfil, hanımeli, küpe çiçeği, fulya akşamsefası, zerrin, nergis, şakayık, selluk, latin, balmumu çiçeği, benfeşe, sarmaşık çiçeği sayılıyordu.

Göçmenlerin en değerli hazinesi belleklerinde taşıdıkları kültürleridir malum. Ne kadar çok hatırlarlarsa, hayatlarını o kadar çok taşımış olurlar yeni memleketlerine. 1898 yılları Girit göçmenlerinin Ada'daki savaştan kaçıp  Ege ve Akdeniz kıyılarına gelip yerleştikleri yıllardı. Belki şimdi memleketinizden kaçıp gitmek zorunda olsanız taşıyabileceğiniz yükte hafif pahada ağır ne varsa onları seçerdiniz. Oysa göçmenlerle yapılan sözlü tarih görüşmeleri gösterdi ki çoğu gelirken sebze ve çiçek tohumu getirmişlerdi. Sebzeyi bir nebze anlamak kolaydır, yeni memlekette aç kalmayacağının garantisidir. Ama bir asma dalını kopartıp getirmek nasıl bir özlemin nasıl bir hissin ürünüdür. Asma özel bir çiçek değildi, Türkiye’de de çok vardı mutlaka, ama onun toprağının asmasıydı. O, yapraklar eski toprakları gölgelerken nelere şahit olmuştu kim bilir? Selluka ile ilgili anılar da muhacirlere kadar uzanıyordu. Girit göçmenleri muhacir olsun mübadil olsun bu çiçeği bilmeyen yoktu. Özellikle Karşıyaka ve Göztepe’de yoğun olarak evlerin bahçesinde kullanılırdı. Bugün yetmiş yaş ve üzeri İzmirlilere sorun size sellukaların sarktığı evlerin güzelliklerini anlatsınlar. Giritliler özellikle çiçek yetiştirmeye doğal otlara meraklı insanlardı. Yunanistan’ın diğer bölgelerinden mübadeleyle göç edenler ise bu çiçeği daha çok İzmir’e gelince öğrendiler. Böyle olunca kültürlerini yaşatma konusunda diğer göçmen topluluklardan çok daha örgütlü ve istekli olan Giritliler, Selluka’nın Ada’dan Anadolu’ya geldiği fikrini benimsediler ve yaygınlaştırdılar. Bu düşünceyi desteklercesine yalnızca İzmir’de değil Giritliler'in yerleştiği Ege ve Akdeniz kıyılarındaki bütün yerleşimlerde çiçeği görmek mümkündür. Belki de öyle oldu ancak onların meşhur manilerinde de en çok fesleğen, gül, mercanköşk, asma, radika yer almaktaydı. Bu da sellukanın Ada’ya ait olmadığını, Giritliler'den çok daha fazla göçmen olduğunu belki de çok daha önce ticaretle İzmir’e geldiğini akıllara getirdi.

FASEOLUS YA DA SALIGARİ

Osmanlı metinlerinde Zülf-ü Aruz olarak geçen selluka Osmanlı yönetimindeki Girit’te de “zulferi” ya da “zülfarga” olarak söyleniyordu. Bugün Girit’te en çok bulunduğu yer Hanya’da da zülferi adıyla biliniyor. Yaygın inanç, sellukanın salyangoz şeklinin kızların kıvırcık saçlarına benzediği için ve zülf’ den türeyerek 'zülferi'ye dönüştüğüydü. Çiçek bugün de en çok Girit Adası'nda bilinmekle birlikte Kuzey Yunanistan’da 'faseolus', Yunanistan’ın diğer bölgelerinde de salyangoza benzemesi nedeniyle 'salıgari' adıyla biliniyor. Günümüz insanının fazla dikkatini çekmeyen salyangoz da, binlerce yıldan beri ölümsüzlüğün sembolü olarak görülmüştü. Her baharda yağmurlarla birlikte uyanan salyangoz, yazın başlayan kuraklıkla beraber geçici bir süreliğine ölmekte ve sonraki baharın yağmurlarıyla yeniden hayata dönmektedir. Salyangozun kabuğunun biçimi elipstir. Elips işareti sonsuzluğun sembolüdür. Modern camilerin duvarlarında bu işaretlerin fırça darbeleriyle bolca kullanıldığı görülmektedir. Aynı işaret güneş sisteminin devinimini karşılamaktadır. Büyük patlamadan sonra soğuyarak güneş etrafında dönmeye başlayan yıldızlar, gezegenler milyarlarca yıldır bu hareketi kendilerine yörünge olarak benimsemişlerdi. Belki sellukayı İzmir kenti gibi özel kılan diğer çiçeklerden farklı bu salyangoz şekliydi.

Girit Tarım Araştırmaları Enstitüsü selluka ile ilgili bir araştırma yaptı, Orta ve Güney Amerika’dan Avrupa’ya geldiğini, Avrupa’dan da ticaret ve seyahatlerle hem Girit’e hem de İzmir’e ulaştığını, Anadolu’ya geçişinin Ada üzerinden olmadığını tespit ettiler. Halkbilimci Evangelia Frangaki 1969'da Atina’da basılan Bitki Terminolojisi adlı kitabında da çiçeğin Girit ve Anadolu’daki yolculuğundan aynı şekilde bahsetmiş. Botanik hocası Hırıstına Furnaraki de bu görüşü desteklemekte. Giritliler Anadolu’ya gelirken tabiki asma dalları gibi selluka tohumu da getirmiş olabilirler ama Tirbuşon asma olarak da tanınan Kaliforniya'nın bazı bölgelerinde bazen agresif bir şekilde yayılım gösteren, literatürde İtalyan bilim adamı profesör ve botanikçi Dominicus Vigna'nın adıyla anılan bu güzel bitki, aslen Güney Amerikalı'ydı. Ve Giritliler gelmeden önce de bu güzel koku, İzmir imbatına karışıyordu diyebiliriz. İzmir’in önemli bir ticaret kenti olmasının kültürel etkileşime güzel bir örneği selluka. Geleneksel Türk Sanatları ile ilgili çalışan Atölye Su'nun sosyal projesi olarak ortaya çıkan, Genel Koordinatörü Pelin Uğur tarafından yürütülen proje selluka tohumlarını İzmirlilerle buluşturmaya, bu güzel kokunun eskiden olduğu gibi bahçelerden taşmasına vesile oluyor. Yeme içme, konaklamada hijyen kriterlerine uyan işletmeleri, İzmir Büyükşehir Belediyesi Selluka Belgesi'yle ödüllendiriyor. Maranta, kalofil, kaladyom, arom, vigandiya, poligonom gibi İzmir İl Yıllığı'nda adı geçen ama şu an bilinmeyen bir sürü güzel çiçek daha var. Onların da adını yazalım ki belki bir başka İzmir gönüllüsü de onlardan birinin elinden tutmak ister…

Kaynaklar

Berat Açıl, Klasik Türk Şiirinde Estetik Bir Unsur Olarak Çiçekler

Süs Bitkileri İzmir Kent Ansiklobedisi / Tarım

Özlem Yaşayanlar / Yemek Kültürü ve Bitki Araştırmacısı