Yazan/ Dr. Seçkin Berber Koç

Ağustos ayı biterken sıcak dünya gündemini G7 Zirvesi belirledi. ABD, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, Japonya ve Kanada'dan oluşan yuvarlak masa üyelerinin ortak sonuç bildirisinde öne çıkan ilk konu başlığı, Dünya Ticaret Örgütü'nün artık işleyişi hantallaştıran ve anlaşmazlıklara sebebiyet veren alt çalışma biçimlerinin yeniden düzenlenmesi oldu. Zaten beklenen ve zaruri bir beklenti haline dönüşen DTÖ süreçlerinin iyileştirilmesi yönünde ne tür adımlar atılacak ilerleyen günlerde göreceğiz. Ancak kesin olan şu ki, uluslararası vergilendirme sisteminin öncelenmesi yaklaşan küresel ekonomik durgunluk için oldukça önemli ve yerinde bir girişim.

Bununla birlikte G7 ülkelerinin iklim değişikliği hususundaki "iyi niyetli" beyanlarının ötesine çok geçilebileceğine dair güçlü işaretler yok. İnsanlık olarak kendi cehennemimizi hazırlıyoruz ve Sokrates'ten bu yana çok da değişen bir durum yok açıkçası; cehenneme giden yok hep bu iyi niyet (!) taşlarıyla döşeli.

G7 zirvesinin belki de en can alıcı konusu İran'dı diyebiliriz. İran'nın nükleer silahlanması yönündeki kararlılığın vurgulandığı görüşmelerde, konuya ilişkin imzalanmış anlaşmadan cayan tarafın İran olmadığı unutulmuş olsa gerek.

Nükleer müzakere konusu Hasan Ruhani'nin cumhurbaşkanlığı icraatlarının ana sütunlarından birini teşkil ediyor. İran dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif'in diplomatik başarısı ve müzakere ısrarı sayesinde G7 zirvesinde yada diğer başka küresel girişimlerde İran bugün hala masada kalmaya gayret gösteriyor. Bununla birlikte İran iç siyasetinde "ılımlı" olarak anılan iki yöneticinin karşısında her daim harekete geçmeyi bekleyen "muhafazakar" bir kanat mevcut. Olası bir dini otorite değişikliğinde, Rehbar'lik makamına oturacak kişi aşırı muhafazakar söylemin savunucusu olan biri olursa İran'ın küresel siyasetteki konumu yeniden çetrefilli bir konuma geçebilir.

G7 zirvesi dünya gündemi dalgalandırırken bizler Türkiye'de Emine Bulut cinayeti ve sonrasında İstanbul Sözleşmesi'ne kilitlendik. Sözleşmeyi imzalayan 45 ülkeden biri olmamıza rağmen hala yürürlüğe girmemiş söz konusu sözleşmenin kadın cinayetleri ve aile içi şiddet konusunda önleyici, koruyucu ve cezai yaptırımlarını uygulamaya hiç gecikmeden geçmemiz gerekiyor. Zira "yaşam hakkı" her canlının varoluşa dair ilk ve en önemli hakkıdır. Hiç bir başka canlının, insanın, hayvanın yada bitkinin varoluşsal kıymeti,değeri ve konumu tek bir bireye teslim edilemez, edilmemeli. Sistemsel bir sorunu salt kültürel olgulara dayandırarak toplumsal okuma yapamayız. Ve artık mevcut durumun ötesine geçmek adına eyleme geçme noktasını geçtik. Hemen, şimdi uygulamaya başlamalıyız.

Dünya gündemini ve ötesini bu başlıklarda değerlendirdiğimiz Gökmen Küçüktaşdemir öncülüğündeki Sınırlar Ötesi programını aşağıdaki uzantıdan takip edebilirsiniz.

https://youtu.be/uLIt45RP4GA