Pınar SÖZER/ Tarihçi / Yazar

Türkiye ve Azerbaycan hedefte olan ülkeler arasındadır. “Büyük Ermenistan” uğruna her iki devletten toprak koparmak için ilk olarak tarihin saptırılması, uluslararası hukukun çiğnenmesi Ermenilerin öncelikli planları arasındadır. Rusya ise Azerbaycan’da, etnik ve politik gerginliklere ortam hazırlayarak enerji projelerinin gerçekleşmesine engel olmaya çalışmış, SSCB dağıldıktan sonra da Hazar petrol kaynağı üzerindeki kontrolü kaybetmemek için bölgedeki ayırımcı güçleri desteklemişti. “Ermeni faktörü” Rusya’nın Azerbaycan’a baskı aracıydı. Çünkü öncelikle Rusya Azerbaycan’ın bağımsızlığını ve bu devletin enerji projelerinde varlığını hazmedemedi. Sovyet sonrası dönemde bölgede Hazar petrolleri için verilen paylaşım kavgasında, Karabağ sorununda, Ermenistan'ın Karabağ'ı işgal sürecinde Azerbaycan topraklarının yüzde l7'sinin işgalinde Rusya da rol oynadı.

Neden Dağlık Karabağ sorunu 100 yıldır devam ediyor? Ermenistan - Azerbaycan arasındaki ilişkilerin gerginliğinden yararlanmayı, sorunun çözümsüz kalmasını Rusya kendi çıkarları açısından yararlı görüyor da ondan. Rusya’ya kendi etkisini Yakın Doğu’ya ve Orta Asya’ya yaymak, Azerbaycan’ı etki alanında tutarak Batı’yı ekonomik açıdan kendisine bağımlı hale getirmek, Azerbaycan üzerinde etkinliğini sağlayarak Türk Dünyası’nı parçalama ve Türkiye’nin Türk Dünyası’ndaki etkisini engellemek için Azerbaycan, Rusya için öncelikli bir hedeftir. Onun itaat etmesi Türk Dünyası’nın kapısının Türkiye’ye kapanmasını sağlar ki, bu da Rusya’nın Türk Dünyası üzerindeki etkisini yeniden artıracaktır. Bağımsız bir Azerbaycan ister politik, manevi, milli, isterse de zengin enerji kaynakları açısından Türk Dünyası arasındaki ilişkilerde önemli bir kapı ve Batı’nın girişi için bir koridor rolünü oynamaktadır. Fakat bağımlı bir Azerbaycan Türk Dünyası arasındaki ilişkilerin kapanması ve böylece siyasal bakımdan Rusya’yla yeniden bütünleşmeye açık olması demektir.

1. Bakü kongresi

Rusya’nın Türkleri bölme oyunları çok çeşitliydi. Türkiye’de Cumhuriyet ilan edileli birkaç yıl olmuş, daha harf devrimi yapılmamıştı ki Orta Asya’da yaşayan Türk devletleri için 1926 yılında Azerbaycan’da toplanan 1. Bakü Kongresi’nde belki de çok önemli bir inkılap gerçekleşmek üzereydi. Türk devletleri Latin alfabesine geçme kararı almışlar, Orta Asya’daki Türkleri Kiril Alfabesine geçirmek isteyen Rusya ise Kiril Alfabesi için kolaylık olur düşüncesiyle buna karşı çıkmamıştı. Ancak ne zaman ki Türkiye 1928'de Latin harflerine geçti, işler değişti. Türkler arasında iletişimin artacağı kaygısıyla Rusya, Türk Cumhuriyetlerini 1939 yılından itibaren Kiril alfabesine geçirmeye başladı. Ruslar her Türk cumhuriyeti için ayrı bir Kiril alfabesi hazırlamış, bu alfabelerde ortalama sekiz ile on harf değiştirilmiş, böylece özel bir çaba olmazsa Türk halkları birbirinin yazısını okuyamaz hale getirilmişti. 1991’den itibaren SSCB’nin dağılmasından sonra tekrar bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetleri bağımsız bir devlet olmanın gereğini yerine getirerek, Latin alfabesine geçişi tekrar denediler. 15 Kasım 2002’de çıkarılan “Tüm Rusya Federasyonu içerisindeki halkların Kiril alfabesine devam etmesi” konusundaki kanun sonucunda Latin alfabesine geçiş çalışmaları sonlandırıldı. Rusya Federasyonu içerisindeki halklar Kiril alfabesini kullanmaya devam ettirildi.

Yasal olarak Azerbaycan toprağı olan Dağlık Karabağ’da çatışmalar yüzyıldır aralıklarla sürerken 1988'de başlayan Karabağ Savaşı sırasında Ermenistan'da yaşayan yaklaşık 220 bin Azerbaycan Türkü ellerindeki topraklara Ermeniler tarafından el konulduğu için Azerbaycan'a göç etmek zorunda kaldı. Ermenistan BM Güvenlik Konseyi kararlarını hiçe sayarak hem Karabağ'dan, hem de Azerbaycan'ın işgal edilen diğer topraklarından çekilmedi. Karabağ’daki saldırılarla 600 bin Azeri, bölgeden başkente doğru göç etmek zorunda kalarak kendi topraklarında mülteci durumuna düştü. Ermeniler Azerbaycan Türklerine karşı saldırılarını şiddetlendirip 25-26 Şubat 1992'de Karabağ Hocalı’da büyük bir katliam gerçekleştirirken Rus askerleri de onlara yardımcı oldu. Çatışmalar önce Ruslar tarafından teşvik edildi. Ruslar daha sonra bu saldırıları durdurmak için arabuluculuk yapmaya kalkıştı. Ermeni milliyetçileri, bunun 1915'in intikamı olduğunu ve tüm bu nefretin Sovyet döneminde planlandığı gibi olduğunu, Hocalı’daki halkın yalnızca Türk oldukları için öldürüldüğünü itiraf ettiler. Hocalı Soykırımı, Karabağ Savaşı sırasında 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan'ın dağlık bölgesinde bulunan Hocalı'da yaşayan Azerbaycanlıların Ruslar ve Ermeniler tarafından toplu katliamıdır. Hocalı’da yaşananlar yakın tarihtir, gazetelerden kolaylıkla takip edilebilir. Soykırımın uluslararası hukukta tanımı bellidir. Ermenilerin 100 yıldır “Ermeni Soykırımı” iddiasıyla Dünyaya yaptıkları yaygaraya benzemez, Hocalı’nın kanıtı vardır.

Politik baskı unsuru

Ermenistan ve Rusya’nın şu anda gücü Azerbaycan’a yetmektedir. Türkiye’ye de yeteceği günü sabırsızlıkla beklemekteler. Soykırım iddialarını yıllardır ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyor, Avrupa parlamentoları tasarıyı tanırız diye Türkiye’yi tehdit ediyorlar. Ermeni soykırım iddiaları politik baskı unsuru olarak Türkiye’ye karşı hep kullanıldı. Neden peki yıllardır bir şey elde edemediler?

I. Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin çeteler kurarak sivil halkı öldürmesi ve Osmanlı ordusunun Rusya ile olan savaşında Rus tarafında yer alması nedeniyle cephe gerisinin güvenliğini sağlamak için 1915 Tehcir Kanunu çıkarıldı. Güneydoğu Anadolu, Karadeniz, İç Anadolu’dan Ermenilerin yine Osmanlı toprağı olan Suriye, Filistin ve Lübnan’a göç ettirilmesini içeriyordu kanun. Savaş sırasındaki bu göçü, hem yabancı basın hem de göç noktalarındaki İngiliz ve ABD konsolos raporlarından izlemek mümkündür. Kaç kişi yola çıkmış, hangi şartlarda kaç kişi göç yerine ulaşmış sayılarla belirli, arşivlerde kayıtlıdır. Ermeni iddialarının 1 milyon 500 bin kişi öldüğünü söylemesi de gerçek dışıdır. Peki, göç yolları belliyse bu güzergâh üzerinde toplu mezar alanları var mı? Bu kadar kişi öldürüldüyse 1500 - 2000 arasında toplu mezar olması gerekiyor, var mı? Bir tane mezar alanı bulunamadı. Osmanlı nüfus sayımı en son 1914’de yapıldığında Anadolu’nun tamamında yaşayan Ermeni nüfusu 1 milyon 240 bindi. İstanbul’da yaşayanları çıkarırsak 635 bin 306'sı Vilayet-i Sitte'de yaşıyordu. I. Dünya Savaşı’nda devletin silah altında ortalama 600 bin askeri vardı. Bu askerler de Alman komutanların emrinde, Çanakkale, Kafkas, Kanal, Irak cephesi gibi birçok cepheye dağılmış savaşıyordu. Doğu cephesinde asker savaşacak mı? Büyük bir kitlenin katliamını mı yapacak? Asker sayısı buna yeter mi? Alman komutanlara gelmiş konuyla ilgili bir yazı, emir, rapor var mı? Bu iş büyük örgütlenme ister, plan, yazışma teşkilatlanma olmadan olur mu? Tehcirden bir yıl sonra Ermeniler, Kars’ta 750 Müslüman katletti. Beyrut’ta büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Savaştan nasıl olsa yenik çıkan Osmanlı artık Anadolu topraklarını koruyamaz düşüncesiyle bu kez Fransız desteğiyle Kilikya bölgesinde Ermeni çete faaliyetleri yeniden başladı.16 Mart 1920’de İngilizler İstanbul’u işgal ettiklerinde parlamento basılarak milletvekilleri Malta’ya sürüldü. İngilizler o dönemde Malta’da mahkemeler kurdular ve Ermeni göçü ile ilgili katliam içerikli bir emir var mı diye resmi evrakları didik didik ettiler. Böyle bir suç unsuru bulunmadı, bu konuyla ilgili kimse suçlanamadı. İttihatçıların üst kadroları yargılandı, olayın çok yakın zamanında ve Osmanlının çok aciz bir döneminde yapılan bu yargılamalar bile mahkûmiyetle sonuçlanmadı. Çünkü bir tek suç unsuru bulunamadı.

1918’de savaş bittiğinde göç ettirilenlerin topraklarına geri dönmeleri için bir düzenleme yapıldı. 60 milyon kuruş geri dönüş masrafları için ayrıldı. Geri dönecek olanlar maliyedeki mal kayıtlarından kendi mallarını talep edeceklerdi. Savaş bitiminde bir yandan dönmek isteyenlerin mahkemelerde mal davaları devam etti. 24 Nisan 1915 tarihi Osmanlı Hükümeti’nin Ermeni örgütlerini kapatmış ve Ermeni çetelerinin önde gelenlerini tutuklamış olduğu tarihtir yani iddialara konu olan göç ile ilgili bir tarih değildir. Oysa sözde soykırım günü olarak anılıyor. Olayın sorumluları hakkında yaşadıkları dönemde ne bir suçlama var, ne yargılama var, ne mahkeme var, ne mahkeme kararı var, ne de suçun tanımı var. Böylece hukuki bir dayanak olmadan siyasi söylemlere malzeme olmaktan öteye gidememiş soykırım iddiaları var.

Ermeniler kabul etmedi

Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı'dan apayrı bir devlet olsa da Türk milletini itham altında bırakan iddialar karşısında cevap verme sorumluluğu yine Türkiye Cumhuriyeti'ne düşmektedir. O nedenle Osmanlı zamanında yaşanmış bir olay olarak görmezden gelmek ya da savunma psikolojisine girmek doğru değildi. Yapılması gereken belgelerle tarihçilerin arşivlerin konuştuğu ulusal ve uluslararası boyutta araştırmaktı. Ulusal haklarımızı bilimsel dayanaklarla ortaya koymaktı. Türkiye, soykırım iddialarıyla ilgili defalarca Ermenistan’a; Türk Ermeni ve Avrupalı tarihçilerden oluşan bir komisyonun konuyla ilgili tüm ülke arşivlerinde ortak çalışma yapmalarını ve çıkan sonucun herkes tarafından kabul edilmesini önerdi. Bilin bakalım ne oldu? Ermenistan kabul etmedi, onun yerine 1970’lerde Türk diplomatlara yönelik cinayetler planladılar. Amaç üzüm yemek değildi çünkü bağcıyı dövmekti. Soykırım (genocide) kelimesi 1948’de Birleşmiş Milletler kurulu tarafından tanımlanarak onaylandı. Bütün üye ülkeler sözleşmeyi imzalamakla savaş zamanı ya da dışında soykırımı uluslararası bir suç olarak kabul etmiş oldular. Bir eylemin soykırım olabilmesi için eylemi yapanın, bir grubu bütünüyle yok etmeyi kararlaştırması ve bunu eyleme dönüştürmesi gerekiyordu. Eylemler de öldürerek, kısırlaştırarak, bulunduğu grubu zorla başka bir gruba ekleyerek yok etme diye tanımlanıyordu. Birleşmiş Milletler soykırımı kanıtlayan bir uluslararası mahkeme kararı yani hukuki dayanak istemektedir. Bütün bunlar hukuki olarak yokken neden böyle bir iddia vardır. Türkiye için sürekli bir tehdit unsuru oluşturup toprak ve tazminat isteyen Ermeniler bu itham üzerine bir milli duygu oluşturmuşlardır da ondan. Avrupa her fırsatta bu sorunu kullanarak Türkiye’ye istediği konularda boyun eğdirmeyi amaçlamaktadır da ondan. İşte bu hukuksuzluğun ülkemize zarar vermemesi için tek şart vardır; Atatürk’ün sağlamaya çalıştığı ulusal bağımsızlık ve ekonomiden ödün vermemek. Ulusalcı bir dış politika izlemek, dil birliğine önem vermek. Azerbaycan’ın başına gelenler bizim başımıza gelinceye kadar beklemeyelim.

Kaynakça

Emin Şıhaliyev, Uluslararası İlişkiler Boyutuyla Ermenistan-Azerbaycan Çatışması

Rehman Seferov, Adalet İbadov, Ermenistan'ın Karabağ’ı İşgal Süreci Ve Sonrasında Azerbaycan'da Yaşanan Zorunlu Göçler Ve Sorunları

Kemal Arı, Ermeni Sorunu “Dün, Bugün, Yarın”