Yazar- Ayşe Kilimci/ Fotoğraf- Lütfü Dağtaş

Ben bu ağaçları zeytin diye gördüm, belki öyle belki değil…

Zeytin olsunlar istedim belki, hani var ya, anamız zeytin.

Binlerce yıl yaşayan, insanları bağrına basıp tıpışlayan, her derdimizin devası.

Zeytine çok güzelleme yazdım, kendim yazdım kendim içlendim, oturdum dibine gözyaşı döktüm, Ayvalık zeytin hasatlarında.

Zeytin bile avutamadı beni!

Sonra düşündüm, bunca sözü kaldıramaz diye, binlerce yılı ve meyve yükünü kaldırır ama sözün çoğunu kaldıramaz.

Toprağı kaldırır, gökyüzünü, yağmuru taşır, danelerini sever, yağlandırır, gövdesini sağlam tutar, biz de kendi gibi olalım ister; çocuklarıyız ya, iki sütümüz var ya bu dünyada, biri anamızın ağ sütü biri öteki anamız zeytinin yeşil sütü…

Altında dur, meyvesini, ille de delice cinsiyle Sarıulak olanının meyvesini at ağzına, tava gelmediyse de at, o burukluk ne güzel acıdır…

Buruk acı, nerden nereye şimdi, zeytin doğrusundan bir şarkı sözü yalanına…

Buruk Acı’yı Türkân Şoray’ın sanırsınız, değildir, şairlerin üçü beşi geçmeyen ecesinden biri olan Sennur Sezer yazmıştır…

Bu fotografide zeytin ailesi kadınlarını görür gibi oldum, öndeki iki tanesi elti, kafakafaya vermiş belki kıkırdıyorlar, belki koğ ediyorlar…

Geride duran ufak tefek, kaynanaları.

Genç gelinler, yani zeytinler sözün belini büküyor, kaynanaları da geriden kulak vermiş, fakat duyamıyor, çatlıyor merağından.

Kaynana sorunsalı zeytinin yeryüzünde boyverdiği zaman mı icadoldu acaba?

Kaynanasız tek gelin Havva Anamız olduğuna göre, öyle…

‘Ortak gemisi yürümüş, elti gemi yürümemiş’ derdi ananem.

Burada pekâla yürüyor işte, kaynana da geride çatım çatım çatlıyor.