Hazırlayan/ Memduh ZAPTİKAR

Nüfus kaydına göre, 1 Temmuz 1905’te doğdu.

Annesi Dadaklar’dan Zehra.

Babası Ballıoğlu Ali’ydi.

Kaput bezi, çarşaf dokurdu annesi, evlerindeki ilkel dokuma tezgâhında.

Babası Arasta’da kahvehane işletirdi.

Kimseye muhtaç değillerdi ama gönül bu, “bolluk” istiyorlardı.

Haneye “Bereket getirsin” diye, adını “Halil İbrahim” koydular.

Ama O’nu, “Hallibiram” diye çağırdılar.

Dört yıl aradan sonra kardeşi Hüseyin doğdu.

Muğla ağzıyla, O’nun adı da “Üsen”di artık.

***

Kan ve barut kokusunun toprağa sindiği yıllardı.

Eli silah tutan çocukları askere alıyorlardı.

Oğlunu askere yollayan aileler ise, endişe ve korku içinde yol gözlüyordu.

Çünkü gidenlerin çoğu dönmüyordu.

Üstelik Ege’den en fazla şehidi de kayıtlara göre Muğla ili vermişti.

***

İstiklal Savaşı zaferle sonlandığı halde halk, bir türlü inanamıyordu kâbus günlerinin bittiğine…

Çünkü korku kaplamıştı yürekleri bir kere!

Ya yeniden bir savaş çıkarsa!

***

17’sine basmıştı Hallibiram.

Ailesi, askere gitmeden evlendirmek istedi.

Büyükler önayak oldu.

Sadıka’yı (Sadike) istediler Pisi’den.

Cumhuriyet’in ilan edildiği seneydi, kızları Hadiye dünyaya geldi.

Kahveci Hallibiram 18’inde baba olmuştu.

***

Kahvehanenin müdavimleri vardı.

Kara Dayı da onlardan biriydi.

Her gün bir-iki saatliğine takılır, dişine göre rakip buldu mu; dama oynardı.

Kara Dayı aynı zamanda Belediye’nin topçusuydu..

***

Sırtını Hisar Dağı’na (Asar) yaslayan Muğla’da.

Tepeye yakın evlerin hemen üstündeydi top yatağı.

Demirden dökme kara top da koca bir kayanın kuytusunda dururdu.

***

Kara Dayı yıllardır topçuluk yapıyordu.

Ramazan aylarında patlatırdı topu.

Muğla halkına iftar ve sahuru duyururdu.

Son zamanlarda yaşlılıktan şikâyet etmeye başlamıştı.

Zor geliyordu artık Asar’a tırmanmak.

Belediye Reisine çıktı, görevden affını istedi.

Reis, yerine adam bulmasını söyledi.

Karadayı’nın aklına Hallibiram geldi.

“Gel sana bu işi öğreteyim” dedi.

Ama Hallibiram’ın önünde askerliği vardı.

Mırın-kırın etti.

Daha doğrusu isteksizdi ama alacağı parayı duyunca “tamam” dedi.

***

Cumhuriyet kutlamaları büyük bir coşku ile bütün yurtta kutlanırken, Muğla’da 21 pare top atışını Kara Dayı ile birlikte yaptılar.

***

1925 yılında, topun gerisinde artık Hallibiram vardı.

Namluya paçavraları tepmek, harbiyle sıkıştırıp, barutu koyup, fitili ateşleyip topu patlatmak, Hallibiram’ın işiydi artık.

***

Ramazan atışları başarıyla tamamlanmış, sıra 29 Ekim kutlamalarına gelmişti.

21 pare top atışı yapılacaktı.

Belediye Reisi Zorbazzede Ragıp Bey’in talimatı ile paçavraları ve barutu baruthaneden aldı.

Aynı günlerde akranlarını askere alıyorlardı.

O’nu da askere çağırdılar.

İki arada-bir derede kalmıştı.

Askere gitse, topu kim patlatacaktı?

Sorunu, Belediye Reisi Ragıp Bey çözdü.

Hallibiram’ın askerliği ertelendi.

Ve o yılın Cumhuriyet coşkusu, 21 pare top atışıyla kutlandı.

***

Vatan görevi ertelenmişti ama Hallibiram hala tetikteydi.

Her an çağrılabilirdi ama çağrılmadı.

1926’nın ramazan atışları bitmiş, sıra Cumhuriyet kutlamalarına gelmişti.

Zorbazzede Ragıp Bey’e çıktı.

Belediye reisine, “Askerliğim” diyecek oldu.

Lafı ağzında kaldı.

“Cumhuriyet, senin askerliğinden daha önemli hazırlıklarını yap” dedi.

Baruthane’ye gitti, bez parçalarını büyük bir çuvala tepti, barutu da keseye doldurdu, yükledi atın sırtına, çıktı Topyatağı’na.

***

Muğla’nın üzerinden, Hamursuz Dağı’na doğru uzanan kara topa şöyle bir baktı.

Elleriyle boydan boya sıvazladı.

Yelek cebindeki köstekli saatine baktı.

Daha yarım saati vardı.

O’nun okuması yoktu ama

Sayı saymayı iyi bilirdi esnaflıktan.

Yerden 21 tane küçük taş topladı.

Topu her patlatışında bir taşı eksiltecekti.

Çocuklar topun patlayışını uzaktan, meraklı gözlerle izliyorlardı.

Hallibiram paçavraları topun namlusuna tepiyor, harbi ile sıkıştırıyor ve delikten döktüğü barutu

Ateşleyince top, büyük bir gürültüyle patlıyordu.

Kulaklarını elleriyle kapatan çocuklar, her patlayışta havalara zıplıyordu.

Göz ucuyla taşları saydı Hallibiram, “8 taş” kalmıştı geride.

Demek ki topu 13 defa patlatmıştı.

Sıra 14’üncüye gelmiş, top oldukça ısınmıştı.

Paçavraları tepmeye başladı topun namlusundan, harbi ile ilk sıkıştırmada gök kubbeyi yırtan bir “ahhh!” sesi, topun sesine karıştı.

Sanki gizli bir el ateşlemişti barutu.

Hallibiram, harbinin ucunda, alt düzlüğe uçtu.

***

Hastane odasında gözünü açtığında, derin bir karanlıktan uyanmıştı sanki.

Hayattaydı ama sağ eli yerinde yoktu, Operatör Dr.Cemil Şefik, kesmişti bilekten elini.

***

Günler geçiyor, iyileşme umudu sürüyordu hastane odasında.

Yara kangren olunca bu umut, kâbusa döndü.

Dirsekten kestiler kolunu.

Bu da yetmedi ve yine korkulan oldu.

Bu kez omuzdan aldılar kolunu.

Yoksa parça-parça ölüyor muydu?

Uzun bir tedaviden sonra, taburcu oldu hastaneden.

O artık Çolak Hallibiram idi.

***

1927 yılında ikinci kızı Süzan doğdu.

Aynı yıl, kendisini topçu yapan Reis Zorbazzade Ragıp Bey ölmüştü.

Yerine Dr.Hüseyin Avni Bey gelmişti.

Ramazan, bayram gelmiş geçmiş.

Ne arayan, ne de soran olmuştu.

Topçuluk bitmişti belki ama.

Sağ kola karşılık, birazcık ilgi beklemişti.

Vefasızlığa dayanamadı Hallibiram, babasının yanına, kahve ocağına döndü.

***

Uğursuzluk, bir türlü bırakmıyordu yakasını.

1934’ün soğuk bir kış gecesinde, cayır-cayır yanıyordu Hadiye.

Nefes alamıyor, boğulacak gibi oluyordu.

Hastaneye koştular yalın-ayak.

Doktor, “kuşpalazı” dedi.

Çaresi, doktorun verdiği ilaçlar ve beklemekti.

Beklediler umutla. Ama olmadı.

Hayat O’na 11 yıllık bir ömür biçmişti.

Hadiye, ellerinden kaydı gitti.

***

1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu ile aile reisleri geçti nüfus memurunun karşısına.

Söyle dediler, soyadın ne olsun?

Bazıları söyledi, bazıları “ben bilmem beyim” dedi.

Kahveci Ali’nin pala bıyıkları vardı.

Nüfus memurunun dikkatini çekmiş olacak ki, “Senin soyadın Kocabıyık olsun mu dayı?” dedi.

Ballıoğlu Ali, bıyıklarını büktü!

Ve ailenin soyadı “Kocabıyık” oldu.

***

Yıllar sonra Belediye Reisi olan İskender Alper sahip çıktı Hallibiram’a.

“Sen bu kolu Cumhuriyet coşkusunda kaybettin, senin hakkını ödeyemeyiz” dedi.

Sırtına bir üniforma giydirdi.

Ve O’nu “mezarlık bekçisi” yaptı.

Belediye’nin maaşlı elemanı olmuştu.

Çolak Hallibiram, tam rahat edecekken bu kez kansere yakalandı ve 14 Aralık 1963’te 58 yaşında öldü.

***

Şahidi Camisi’nin bahçe duvarına bakardı evi.

O’nu izlerdim evinin penceresinden.

Kışlık odunları baltayla parçalarken iki kolunun gücü, tek kolda toplanmıştı.

Olmayan sağ kolunun yükünü, belli ki sol kolu çekmişti yıllar boyu.

Ama çolaklığından hiç şikâyetçi olmadı.

İçi boş ceketinin kolundan tutar, Asar’ın yokuşunu birlikte tırmanırdık.

***

Kardeşi Üsen, İzmir’de yapmıştı vatani görevini.

Askerlik anılarını anlatırken O, vatan borcunu ödeyemediği için mahzunlaşır, üzülürdü…