Kendimi bildim bileli, ağustosun bitmesine yakın girerim 'o ruh haline'. İlkokul üçüncü sınıftan itibaren edinmiştim o halet-i ruhiyeyi. Rahmetli Saadettin öğretmenimin kabulüyle giymiştim “yavrukurt” üniformasını. Ve her 9 Eylül öncesinde başlardık hazırlanmaya. Hiç inanmadığım “heyelan” yüzünden yok edilen tarihi Topaltı İlkokulu çevresini inletirdik hazırlık yürüyüşlerimizle. Ama okul çevresindeki tüm yurttaşlar da farkındaydı gelen “günün” anlam ve öneminin. Ruh halimin anlamıdır 9 Eylül.

Her İzmirlinin, anasından babasından, ninesinden dedesinden öğrendiği, edindiği ilk bilgi ve duygu mirasıdır 9 Eylül. Bu köşede hep tarih ile bugünü mukayeseyi unutturmamaya çalışıyorum. “Kentli” olma duygusunun “aidiyetle” mümkün olduğuna vurgu yapıyorum. Eğer kente aidiyet yoksa, kentin özel günleri de unutulur veya anlamsızlaştırılır.

99 yıl önce bugün mesela?

24 Ağustos 1922’de İzmir’de “aşağı” ve “yukarı” mahallelerde manzara-i umumiye nasıldı acaba? Acaba Hisar önünde, Dönertaş’ta, Kemeraltı’nda nasıl duygu halleri mevcuttu?

İkiçeşmelik’de asayiş nasıldı? Palikarya devriyeleri dolaşıyor muydu hala Damlacık sokaklarında? İngilizler tam da 99 yıl önce bugün yine kışkırtıyor muydu bazı mahallelerde Rum gençlerini? Bir Türk bir Yahudi gencini dövsünler diye “altın” teklif ediyor muydu intelejans mensubu levanten maceracılar?

Bilmiyoruz… İnanın hiçbir şey bilmiyoruz.

İzmir 15 Mayıs 1919’da işgal edildi, 9 Eylül 1922’de de Türk askeri girdi.

O kadar…

Özellikle 1950’den itibaren kademeli, 1980 sonrası planlı, 2002 sonrası da bodoslama darbelerle içleri boşaltıldı bağımsızlık, özgürlük günlerimizin.

Hepsi bir günlük boş, anlamsız, tantanalı ve gürültülü bir şekle sokuldu.

9 Eylül’ün anlamını her şeye rağmen kaybetmemiş bir avuç yurttaş inatla uğraşıyor hala ama, biliyor musunuz? 9 Eylül 1922 günü, Afyon Ovası’ndan İzmir’e aç susuz koşan ve Halkapınar’da gözleri İzmir’e doğru açık şehit olan askerlerimiz bile hatırlanmıyor artık!

9 Eylül 1922’nin en önemli anıt mirası Halkapınar’daki “onur, namus” şehitliğidir. On yıllarca 9 Eylül kutlamaları, anmaları orada başladı! Son yıllardaysa öyle bir unutuldu ki, yaşı 20 olan bazı gençler bile bilmiyor o anıtın ne kadar kutsal olduğunu!

Elinizi vicdanınıza koyup bir dakika düşünün lütfen! Bir İzmirli için 9 Eylül “sıradanlaştırılabilir mi”?

Ama bir yandan emperyalist işbirlikçisi sağcılar, bir yandan “solcu” görünen ikinci cumhuriyetçi sözde aydınlar, sadece resmi tarih hamasetine bakıp gerçeklerle yüzleşmeden yok sayıyorlar 9 Eylül’ü…

“Her yıl her yıl 9 Eylül olur mu?”

“İzmir’in bu bayrak ve Atatürk posteri takıntısını anlayamıyorum!”

“Abartmayalım, İngilizler olmasaydı 9 Eylül olmazdı!”

Daha neler neler…

Uydurmuyorum… Bu sözleri edenleri de nerede ettiklerini de kimlerin yanında söylediklerini de biliyorum.  Yazdım yine yazıyorum. 1839-1950 arası İzmir tarihi baştan yazılmalı.

İzmir’in işgal ile kurtuluşu arasında ve kurtuluştan 1930’lara kadar olan günleri tek tek aydınlatılmalı. Kırmadan, dökmeden, yalan, iftira, ithama bulaşmadan objektif bakıp “gerçek” olan gerçekleri çıkarmamız lazım. Çünkü inandığım o dur ki, Mustafa Kemal Paşa, 9 Eylül 1922’de emperyalizmi silahla mağlup etmiş. Lakin 13 Eylül’de “emperyalizm” yöntem değiştirmiş. 99 yıldır da önce derinden, son yıllarda ise açıktan “tahribata” başladı. Tüm amacı da kendi pisliklerinin açığa çıkmaması! Ne yazık ki buna hizmet eden eli kalemlilerle, “kuvvacı” görünmeye özen gösteren, içinde adam olmayan elbiseler var!

En başından şunu da yazayım ki düşünmeden edemiyorum. İzmir gibi “kurtuluş ve kuruluşun” kentinde 99 yıldır gerçek bir müzenin olamayışı, geçmişten bugüne hükümetlerin, bakanların, vekillerin, başkanların bir adım atmaması, İzmir sermayesinin de zaten aidiyet sorununu halledememesi gerçekten bana çok şüpheli geliyor. Lakin yarınlarda İzmir’de bir zengin çıkar da bir “tarih müzesi” kurarsa ve açarsa vallahi de billahi de geçmişten günümüze pek çok “ünlünün” adını yazıp koca harflerle “utanmıyor musunuz” diye sormazsam adam değilim! Arık 9 Eylül havasına girdim… Bundan böyle eylül sonuna dek tüm yazılarımda bir bölüm 9 Eylül okuyacaksınız. Size başka sürprizlerim de olacak. Ama hamaset ve papağanlığı bu köşeye sokmam!

KEMERALTI’NDA NELER OL(A)MIYOR (1) ? 

Geçtiğimiz Cuma akşamı eşimle Kemeraltı’ndaydım. Tarihi duvarların, mekânların adeta geçmiş güzel günleri fısıldadığını hissettim. Yaklaşan 9 Eylül’ü de düşününce, güneş battıktan sonra kapkaranlık olan bu müstesna miras mekânında ister istemez hüzünlendim, kaygılandım. Son 40 yıldır İzmir’in “ileri gelenleri” ve “geri gidenlerinin” ne yazık ki bana artık “riyakârca” gelen söylemleri geldi aklıma. Kemeraltı konusunda “dürüst” değiliz. Söylenenlerle son yirmi yılda yapılanlar ciddi tezat oluşturuyor.

Gece geç saatte yeni Balıkçılar çarşısından çıkarken özellikle Ali Paşa Şadırvanı çevresinde gözlerimle gördüm tuhaf tipli gençleri… Sanki polisiye filmlerdeki “arka sokakları” sahnelerinden birine düşmüş gibiydik eşimle.

Sokak karanlık… Mekânlar karanlık… Görülen yüzler kapkaranlık…

İzmir’in yeni emniyet müdürü hiç alınmasın, umarım o da öncekiler gibi “yanlış insanlardan” yanlış bilgilerle görev yapmaz İzmir’de. Çünkü Kemeraltı, İzmir’in gözbebeği. Tabii “İzmir ruhu” taşıyanlar için.

Hemen belediyeye yüklenmeyelim… Kemeraltı’nın çığlığını duymayan İzmir Ticaret Odası Başkanı Beyefendi, aile büyüklerine sorsun, babası rahmetli için Kemeraltı ne demek? Ya da Esnaf Birliği Başkanı Zekeriya ağabeyimiz, onca esnafı “dinliyormuş” gibi yapmak, önce Ahi Evran’ın kemiklerini sızlatır.

Kemeraltı için sadece hükümetten ya da sadece belediyelerden bir şeyler yapmasını beklemek bana çok yanlış geliyor.

Kemeraltı Dernek Başkanı Semih Girgin’in sonuna kadar yanındayım. İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger’in Kemeraltı ve çevresi için nasıl heyecan duyduğuna, Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Genel Sekreter Buğra Gökçe, Genel Sekreter Yardımcısı Eser Atak, Kent Tarihi ve Tanıtımı Daire Başkanı Funda Erkal’ın nasıl uğraştıklarına, defalarca tanık oldum, güveniyorum. Tarkem’in de eleştirelim eleştirmeyelim gündeminde hep Kemeraltı olduğunu biliyorum.

Fakat “bir şey” ciddi eksik.

Cuma yazımda yazacağım… İnanın belki de “yanlış” yerden bakıyoruz ve çözümsüzlüğün nedeni “çok başka”. Bugün yerim bitti, Cuma günü ana konum #Kemeraltı… Ve “birileri” şimdiden dondurma almalı!

Cumayı aynı zamanda “Kemeraltı günü” ilan ediyorum, var mı bir diyeceği olan?

NEDEN KOOPERATİFLEŞME KONUŞULMUYOR?

1999 depreminden hemen sonra artarak devam etti “kentsel dönüşüm” söylemleri. Ama yeteri kadar, olması gereken düzeyde yaşama geçmedi. Ne zaman nerede bir sarsıntı olsa, ardından hemen buzdolabına konmuş “kentsel dönüşüm” nutukları çıkarılıp kullanılıyor.

30 Ekim sonrası Bayraklı’da da öyle oldu. An itibariyle Bayraklı, gerçekten sağlıkla yaşanacak bir yer olmaktan çıktı. Zulümle eş yıkım yöntemleri, muhatapsızlık, müteahhitlerin sadece kendi ceplerini düşünmeleri, devletin de hal değil müteahhit gözüyle konuya hâkim olmaya çalışması huzursuzluğu artırdıkça arttırıyor.

Depremzedenin evini yitirmesi hiçbir şekilde “konu” olmazken, her yolun “kentsel dönüşüme” çıkarılma çabası, devletin bir inşaat şirketi gibi davranmasını hissettiriyor açıkça. Başta Şehircilik Bakanlığı olmak üzere erkan-ı devletin, can kayıplarını “Allah rahmet eylesin” duygusallığına bağlaması, yaşayanları da asla ciddiye almamasının ardında, bazı müteahhit gruplarının etkisi var. Vatandaşla görüşmeyen bürokrasinin, her cins ve cibilliyette müteahhitle görüşmesi şayan-ı hayret doğrusu.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kredi sağlaması, Cumhurbaşkanının da aylardır onay vermemesinin ardında da, nereyse 10 yıldır bitirilemeyen bir hastane var mı acaba? Çünkü Bayraklı’da bir “görünen” müteahhit gruplar var bir de “görünmeyen”! Bir tarafta kendini “uyanık” sayan, hasarlı evleri “üç kuruşa” kapatıp, gökdelen düşleri kuranlar var, diğer tarafta da 110 metrekare daireye “kentsel dönüşüm” bedeli olarak 350-650 bin arası fiyat belirleyenler var.

Ha bir de AKP İzmir Milletvekili Necip Nasır var… Vekil Nasır da müteahhit geçmişinin hakkını vermeye çalışıyor yoğun olarak. “Ada bazında” diye başlayan cümlelerini ben önce iyi niyet sanmıştım ama kazın ayağı öyle değilmiş.

Peki neden Bayraklı’da “kooperatifleşme” düşünülmüyor? Hasarlı konutların birçoğu aynı ada içinde birden fazla blok. Birleşseler, mesela gitseler EGEKOOP Başkanı Hüseyin Aslan’a. Yurttaş birleşse, müteahhitler saçmalamaz. Şu anda müteahhitler hasarlı konut sahiplerini her koşulda yolunacak kaz olarak görüyor. Kooperatifleşme en azından müteahhitlerin burunlarını sürter, vicdanlarını sızlatır.

Bayraklı’da “kentsel dönüşüm” ne yazık ki insani değil şeytani kurallarla yürüyor. Vatandaş yapayalnız, sadece müteahhitlerin borusu ötüyor. Ben bu açıdan geçen hafta yapılan zirveyi de çok önemsiyorum. Başkan Soyer ve iktidar il başkanı Sürekli’nin bir araya gelmesi bence muhteşem bir girişim. Bu zirvenin muhteşem olduğunu da hem CHP hem AKP hem de müteahhit çevrelerin bazılarının “mızmızlanmalarından” anlıyorum.

Umarım Cumhurbaşkanı o imzayı atar, umarım hasarlı konut sahipleri “kooperatifleşmeyi de” düşünür. Bayraklı’nın sıkıntılı günleri bitmedi ve biteceğe de benzemiyor. Çünkü siyaset suskun, devlet suskun. Konuşan sadece “rant” çevreleri…