Faşizmin ödünsüz kıyıcılığı, ırkçılığın ve dinciliğin kusursuz vahşeti, aradığı iklimi o ülkede bulmuştu. Bir günde oluşmamıştı elbette o iklim. Aymazlık, öngörüsüzlük, hayatı doğru okuyamamak ve gerçeği elden kaçırmakla başladı her şey. Seçtiğin mükemmeldir, çünkü sen mükemmelsin ve daha da mükemmel olmak için seçtiğine koşulsuz sorgusuz biat etmeli, yaratacağı cennet bahçesinden hakkın olanı beklemelisin. Her kafadan ses çıkarsa, bunu seçtiğin nasıl yapar, beklediklerini karşılamak için nasıl çalışabilir? Kitlelerin yanıtı, yıllara ve milyonlarca insanın katledilmesine, asla unutulmayacak utançlara yol açtı: “Seninleyiz!”

Herkes ve her şey bu amaçla eşitlenirken, tanımlanamaz bir akıl tutulması, yalnızca izlemekle kalmadı, suç ortağı haline getirildi Kavramlar tepetaklak oluyor, kurumlar çökertiliyor, toplum mühendisliğiyle yenileri konuyor, sokağa alışılmamış kostümler çıkıyordu. Yalnızca izleyenler, şimdi teslim olmaya ve bu yeni iklime ayak uydurup, itiraz edenleri –yeni gelenlere iş bırakmadan- boğuyor, dışlıyordu. Yıllardır hazırlanmanın sonuçlarını, sistemin perişanlığının bahşettiği fırsatları, kitle güdüsünü ele geçirmenin güvenini değerlendirmenin tam zamanıydı. Yalnız değillerdi elbette. Basının verdiği desteğe, kapitalizmin oh çekmesi, din makamlarının ve kurumlarının utanmazlığı, sendikalar başta olmak üzere, toplumsal örgütlenmelerin varoluş gerekçelerini terk edişi eklendi. Böylece ormandaki ayrık otlarının ayıklanmasına, milletin bünyesine yerleşmiş mikropların temizlenmesine geçildi. Hastalıklardan-engellilerden-uyumsuzlardan arındırılmış bir halk, kökeni cinsi kanı belirsizlerden kurtulmuş bir nesil, tüm zararlı mikroplardan ayıklanmış steril bir sistem ve nihayet onu tüm dünyaya egemen kılacak bir ordu başka türlü mümkün olamazdı.

Bütün koşullar sağlandıktan sonra, eşiği atlamak ve legal kılmak için son kez “demokratik” seçimler yapıldı –beklendiği gibi ezici üstünlükle kazanıldı-, ortaya çıkan “parlamenter yapı” her türlü yöntemle “tek parti”ye indirgendi ve tüm partilerin iltihak etmesi sağlandı, yeni düzene uymayanlarsa şeytanileştirilmişti. Sonrası ritüellerle, görkemli tören ve itibar gösterileriyle, kıyıcı ve yorulmaz demagojilerle, hiçbir alanı boş bırakmayan örgütlenmelerle geldi. Çarpıtmanın, yalanın, her şeyi paylaşır görünürken her şeyi gizleminin sayısız yöntemi, kitle ruhunu yüceltmeyi birinci madde görerek uygulandı. Ayak uydurursan, çalışırsan, kayıtsız koşulsuz bağlanırsan sistem tarafından beslenir, ilerleyebilir, onurlandırılabilirdin. Örnek, lider ve kadrosuydu. Tanrı, kader, tarih; yoksulluktan ve sıradan hayatlardan kurtarıp, onları seçilmiş bir toplumun kaderini çizmekle boşuna mı görevlendirmişti? Kanının, ırkının, inancının gururunu taşıyan her yurttaş ve halk için, bundan “doğru” ve “tartışılamaz” bir sistem olabilir miydi? Dünya imparatorluğu bir adım ötedeydi.

Korkunç bir propaganda makinası çalışırken, sansasyonel bir etkinlikle, mükemmel bir örnek-ibret sunuldu. Yoz, sapkın, rahatsız edici kitaplar ve yazarları, artık bu sistem içinde barındırılamazdı. Toplumun ruhunu, algısını, bilincini “kirletenler” mutlak biçimde temizlenecekti. Yeni düzenin başta gençlik örgütleri, sisteme uymuş üniversitelerin ve parti temsilcisi hocaların da desteğiyle, kentin meydanında dev bir odun yığını oluşturdular. Solcu, demokratik, ideal kandan-ırktan-dinden olmayan kalemlerce üretilmiş kitaplar getirildi. İlerde toplumun dışına atılacak ya da öldürülecek 5.000 dolayındaki yazar, sanatçı, bilim insanının yarattığı ve topluma sunduğu tonlarca nüsha yakılırken, meydandaki kitle sevinç çığlıkları attı, dans etti, Yürütülen ayaklanma, kısa sürede müzikten heykele, edebiyattan resme her alanda ve ödünsüz biçimde yayılacaktı.

 Tarih 10 Mayıs 1933, yer Almanya-Berlin, suç mahalli Opera Meydanıydı. İnsanlığa pencereler açan değerlerin külleri gökyüzünde savrulurken, Alman halkı yalnızca izledi. Dünya bunları 88 yılda nasıl unuttu, insanlık nasıl anımsamaz? Bugün yeryüzünün her bireyi, bu sorunun yanıtını vermekle sorumludur. Kapıyı çalan faşizme direniş, “Ne yapmalı?”dan çok, “Ne yapmamalı?” diyerek başlayabilir. Norbert Frei’nin “Führer Devleti”ni (Türkçesi: Akın Kanat, Politukus Yay., İzmir 2005) yenden okurken, bunları düşündüm. Olanı biteni anlamak, “bilmekle” başlıyor. Parlak durum saptamaları ve bıktırıcı sızlanmalar, 88 yıl önce işe yaramadı. Yeniden yaşamak gerekmez, yaşanmışı işte orada duruyor.